Zaman Gazetesi Davasında Karar Duruşması

18 Eylül 2017 tarihinde ilk duruşması görülen Zaman Gazetesi Davası’nın, 5 Nisan’da görülen üçüncü duruşmasında Savcı, esas hakkındaki mütalaasını açıkladı. Aynı duruşmada Mahkeme, 31 sanıklı dosyadaki bir kısım sanığın dosyasının ayrılmasına karar verdi. Bu kararla, gazete çalışanı ve yöneticisi olan 20 sanık hakkındaki dava ile kalan 9 gazeteci sanık hakkındaki dava ayrı dosyalar üzerinden yürüyecek.

Gazete yöneticileri dosyasının 5 Nisan’da görülen duruşmasında ise Mahkeme kararını açıkladı. Kararda, 10 sanık “silahlı terör örgütüne üye olma” ve “örgüt içerisindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme” suçlarından ceza alırken, 5 sanık hakkında beraat kararı verildi. Kalan diğer 3 sanığın ise dosyası ayrıldı.

Ayrılan davada gazeteci sanıklardan tutuklu yargılanan Ali Bulaç, İbrahim Karayeğen, Mümtazer Türköne, Mehmet Özdemir, Mustafa Ünal, Ahmet Turan Alkan ile tutuksuz yargılanan Şahin Alpay, Nuriye Ural, İhsan Duran Dağı, Lalezer Sarıibrahimoğlu ve Orhan Kemal Cengiz’in dosyasının duruşması ise 10-11 Mayıs tarihlerine ertelenmişti.  Bu duruşmada sanıkların esasa ilişkin savunmalarını yapmaları ve Mahkeme’nin karar vermesi bekleniyor. 

Ancak dava halihazırda benzer diğer davalarda da görüldüğü üzere, yargılamanın tarafsızlığı ve bağımsızlığı açısından önemli sorunlarla devam etti.

Örneğin Uluslararası Af Örgütü’nün “Fırtınaya Göğüs Germek: Türkiye’de korku ikliminde insan haklarını savunmak” başlıklı raporunda da yer verildiği üzere, insan hakları avukatı ve İnsan Hakları Gündemi Derneği’nin kurucusu ve eski genel başkanı olan Orhan Kemal Cengiz Temmuz 2016’da gözaltına alındı ve iddianamede diğer tüm sanıklarla birlikte aynı suçlamalarla, hakkında dava açıldı. Oysa Orhan Kemal Cengiz hakkında iddianamede tek bir somut iddia yer almıyor. Yargılama boyunca da esasen bu durum değişmedi. İsmi sadece, cezalandırılması istenen diğer sanıklarla birlikte, 64 sayfalık iddianamenin sonuç paragrafındaki cezalandırılma talebi içerisinde yer almasına rağmen, davanın başından itibaren “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” gibi ağır bir yaptırım tehdidi ile karşı karşıyaydı. Ancak Savcılık 10-11 Mayıs tarihli son duruşma öncesi, celse arasında verdiği ek mütalaa ile Orhan Kemal Cengiz hakkındaki suçun niteliğini değiştirerek bu kez, zincirleme şekilde "terör örgütü propagandası” suçundan 13 yıla kadar hapis cezası talep etti. Bu her ne kadar ilk suçlamaya kıyasla daha az ceza içeren bir talep olsa da, delil yokluğuyla gelen adaletsiz yargılama mevcudiyetini koruyor.

Dava kapsamında “darbe teşebbüsü” ile yargılanan diğer tüm gazetecilerin de yazdıkları yazılar, bazen sadece başlıklar, kimi zaman da kısa içerikler alıntılanarak, yoruma dayalı bir sistematik içinde suç delili olarak gösteriliyor. Esasen iddianamenin sonuç paragrafı bu anlamda, çarpıcı bir hukuki yorum sorununu ortaya koyuyor.

Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olmak gibi ağır suç isnadıyla hazırlanan iddianame şöyle bitiyor:

“…genel olarak operasyonların ve yargı sürecinin devam ettiği dönemlerde kaleme alınan yazılarda Hükümete sadece muhalefet yapılmadığı veya eleştiri yöneltilmediği; görünürde suç unsuruna rastlanılmayan yazılarında dahi basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullandıkları ya da ön hazırlık niteliğinde yazılar yazdıkları; şüpheli yazarların genele itibariyle süreç içinde de böyle bir duruş sergiledikleri ….bu haliyle şüpheli yazarların gerek suç unsuru ihtiva ettiği tespit edilen yazılarıyla gerek tek başına suç unsuru olduğu belirlenememekle birlikte örgütsel hedef ve amacı tamamlayan yazılarla FETÖ-PDY terör örgütü hiyerarşisi içerisindeki görevlerini yerine getirdikleri…bu şekilde FETÖ-PDY silahlı terör örgütü üyesi oldukları anlaşılan şüphelilerin FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün medya gücünü oluşturdukları”.

 “Görünürde suç unsuruna rastlanmayan yazılar”, “suç unsuru olduğu belirlenememekle birlikte” gibi muğlak tespitler ile devam eden “duruş sergilemek” ve “ön hazırlık niteliğinde yazı yazmak” gibi, hiçbir cezai karşılığı olmayan, tamamen yoruma dayalı, kişisel kanaat ve takdirin en üst seviyedeki görünümünü temsil eden iddianamedeki bu dil ve bakış açısı yargılamanın ruhunu oluşturdu.

Tıpkı diğer gazeteci davalarında olduğu gibi, gazetecilerin belirli yazıları, gazetedeki bazı başlıklar seçilerek, bunların “subliminal” bir mesaj, bir algı operasyonu olarak nitelendirilmesiyle, ağır anayasal ve terör suçlarıyla ilişkilendirmek davanın esasını şekillendirdi.

Terör ve darbe teşebbüsü suçlamalarıyla tutuklu sanıklardan gazeteci Ali Bulaç savunmasında bu yüzden haklı olarak soruyordu "“Soruyorum, ben hangi silahlı terör eylemine girdim? Hangi silahlı çatışmaya girdim? Kime saldırdım? Hangi yasaya göre 17-25 Aralık sonrası Zaman gazetesinde yazmışım diye suç işlemiş oluyorum?”

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde, Avrupa Parlamentosu özel bir oturumla Türkiye’deki basın özgürlüğünü konuştu.  Gazeteci davalarındaki bağımsız yargı sorunları, bu oturumun konularından birini oluşturuyordu. Tekrar etmek gerekiyor, Türkiye hala en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu ülke ve sayı, tüm dünyadaki tutuklu gazeteci sayısıyla neredeyse aynı. Sayısal çokluğun vahameti yanında, tekil örneklerde ve davalardaki hak ihlalleri telafi edilemez boyutlara ulaşmış durumda.  Böyle bir süreçte, bir gazeteci davasının daha bu listeye eklenmemesi için verilecek kararın önemi büyük.

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi olarak 10-11 Mayıs tarihlerinde duruşmayı izlemek üzere Çağlayan’da olacağız.

Duygu Türemez
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Dava Gözlem Program Sorumlusu