Uluslararası Af Örgütü Avrupa Direktörü, Avrupa Konseyi’ne Türkiye’deki hak ihlalleri hakkında seslendi

‘Türkiye’nin insan haklarına saygı göstermesi için baskı oluşturun’

Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Direktörü Nils Muižnieks, bir yazı kaleme alarak, Türkiye’nin insan hakları ihlallerine dikkat çekti,Türkiye hükümeti yetkilileri uzun zamandır Avrupa Konseyi üyesi 47 devlete bağlı, Strazburg merkezli Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile işbirliği yapıyormuş gibi görünüp yapmıyor” diyen Muižnieks, Avrupa hükümetlerinin Türkiye’ye baskıları yoğunlaştırarak, Türkiye’nin yükümlülüklerine uymasını talep etmesi gerektiğini hatırlattı.

Türkiye açısından, “olağan durum”dan ayrılışın keskin işareti olarak Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ı gösteren Af Örgütü Avrupa Direktörü, “Türkiye sivil toplumunun önemli üyelerinden, yardımsever Osman Kavala’yı ve dört yıldan uzun süredir yine haksız yere cezaevinde tutulan siyasi muhalefet lideri Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakmayı reddetti.

Türkiye’nin, kararlarının bağlayıcılığını kabul ettiği AİHM, her iki kişinin de derhal serbest bırakılmasını isteyen kararlar çıkardı. AİHM, nadiren atıfta bulunulan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) Madde 18’in ihlal edildiğini tespit ettiği kararlarında Kavala ve Demirtaş’ın tutukluluk hallerinin “art niyet taşıdığına” ve bu niyetin onları susturmak ve çoğulculuğu bastırmak olduğuna hükmetti. Kısacası, Mahkeme, bu davaların siyasi zulüm davaları olduğuna karar verdi.”

Bakanlar Komitesi’nin Ekim 2017’den beri özgürlüğünden mahrum bırakılmış olan Kavala’nın serbest bırakılması için halihazırda üç kez çağrı yaptığını hatırlatan Nils Muižnieks, “Komitenin, Mart ayında toplandığında aynı çağrıyı Demirtaş için de yapması bekleniyor” dedi.

Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü Nils Muižnieks, Avrupa Konseyi bu noktada neler yapabilir sorularına da yazısında yanıt verdi:

“Bir ülke Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gereğince sahip olduğu yükümlülükleri açıkça hiçe saydığında Avrupa Konseyi ve üye devletler ne yapabilir? Yöntemlerden biri –kararları uygulamayan devletlere karşı “ihlal prosedürü” başlatılması– yalnızca bir kez, Ilgar Mammadov/Azerbaycan kararında kullanıldı. Uluslararası Af Örgütü, tüm Avrupa Konseyi üye devletlerini, siyasi zulme karşı kararlılıklarını göstermek adına Türkiye hakkında benzer bir “ihlal prosedürü” başlatmaya çağırmaktadır.

Bir başka adım, Avrupa Konseyi’nin siyasi başkanı olan Genel Sekreter’in, bu kararların neden uygulanmadığına ilişkin özel bir soruşturma başlatmasıdır. Bu yönteme son 20 yılda sadece dört kez başvuruldu ve son olarak yine Ilgar Mammadov’un yaşadığı ihlallerle ilgili Azerbaycan hakkında özel soruşturma açıldı.”

Finansal olarak alınabilecek önlemlere de yazısında yer veren Muižnieks, “2012’den 2018’e kadar Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’ydim. İnsan Hakları Komiseri olarak Türkiye yetkilileriyle zorlu tartışmalara girmekle ve son derece eleştirel raporlar yazmakla kalmadım, aynı zamanda üye devletleri, Türkiye’nin ve diğer ülkelerin yükümlülüklerine uymasını sağlamak adına daha sert adımlar atmaları için harekete geçirmeye de çalıştım. Çoğunlukla, “hırçın” taktikler gibi algılanan adımları izlemek konusunda bir isteksizlik vardı.” dedi.  Muižnieks, yazısına şu ifadelerle son verdi, “Fakat Türkiye yetkilileri, hiçbir diyaloğun bu kişilerin serbest bırakılmasını sağlamayacağını gösterdi. Kavala ve Demirtaş suçsuzdur ve serbest bırakılmalıdır. Geciktirmenin ve kararsızlığın zamanı geçti. Türkiye işbirliği yapmaya devam ediyormuş ve yükümlülüklerinin gereğini dürüstçe yerine getiriyormuş gibi davranmak mümkün değil.”

Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü Nils Muižnieks’in EU Observer’da yayınlanan yazısının Türkçe menini aşağıda bulabilirsiniz:

Türkiye’nin insan haklarına saygı göstermesi için baskı oluşturun
- Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü Nils Muižnieks

Türkiye’nin insan haklarını hiçe sayan tutumu son zamanlarda daha da pervasız hale geldi. Türkiye; suçsuz gazetecileri, insan hakları savunucularını, protestocu öğrencileri ve sosyal medya aktivistlerini cezaevinde tutmakla kalmıyor, aynı zamanda da siyasi zulmü artırıyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) haksız yere cezaevinde tutulan kişilerin serbest bırakılması yönündeki kararlarını da görmezden geliyor.

Avrupa hükümetlerinin baskıları yoğunlaştırarak Türkiye’den yükümlülüklerine uymasını talep etmesinin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2 Mart’ta açıkladığı, uzun zamandır beklenen insan hakları eylem planındaki alımlı ifadelere aldanmamasının zamanı geldi. Adalet sistemindeki derin aşınma ancak kökten bir reformla tersine çevrilebilir.

Türkiye hükümeti yetkilileri uzun zamandır Avrupa Konseyi üyesi 47 devlete bağlı, Strazburg merkezli AİHM ile işbirliği yapıyormuş gibi görünüyor. Türkiye şimdiye kadar ihlalleri önlemek için ne yasalarını ne de uygulamalarını değiştirdi ancak genel anlamda kurallara saygı gösterdi. Kararların uygulanmasını sağlamakla görevli Dışişleri Bakan Yardımcıları’ndan oluşan Bakanlar Komitesi ile yakın bağlar kurdu ve Komite’ye saygı gösterdi. Artık göstermiyor.

Türkiye açısından, “olağan durum”dan ayrılışın keskin bir işareti, her ikisini de şahsen tanıdığım iki önemli ismi, yani üç yıldan uzun süredir haksız yere cezaevinde tutulan Türkiye sivil toplumunun önemli üyelerinden, yardımsever Osman Kavala’yı ve dört yıldan uzun süredir yine haksız yere cezaevinde tutulan siyasi muhalefet lideri Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakmayı reddetmesi oldu. Türkiye’nin, kararlarının bağlayıcılığını kabul ettiği AİHM, her iki kişinin de derhal serbest bırakılmasını isteyen kararlar çıkardı. AİHM, nadiren atıfta bulunulan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) Madde 18’in ihlal edildiğini tespit ettiği kararlarında Kavala ve Demirtaş’ın tutukluluk hallerinin “art niyet taşıdığına” ve bu niyetin onları susturmak ve çoğulculuğu bastırmak olduğuna hükmetti. Kısacası, Mahkeme, bu davaların siyasi zulüm davaları olduğuna karar verdi.

Bakanlar Komitesi Ekim 2017’den beri özgürlüğünden mahrum bırakılmış olan Kavala’nın serbest bırakılması için halihazırda üç kez çağrı yaptı. Komitenin, Mart ayında toplandığında aynı çağrıyı Demirtaş için de yapması bekleniyor.

Türkiye’nin [AİHM kararlarına] yanıtı, davaların siyasi niteliğini açıkça ortaya koyacak şekilde Kavala ve Demirtaş hakkında alelacele yeni asılsız suçlamalar hazırlayarak Avrupa’nın geri kalanına tepeden bakmak oldu. İlk olarak yetkililer, Kavala’yı Gezi protestolarını –2013’te bir kentsel dönüşüm projesine karşı düzenlenen kitlesel protestolar– organize etmekle suçladı. Mahkeme Kavala’yı bu suçtan beraat ettirince yetkililer 2016’daki darbe girişiminin arkasında olduğu iddiasıyla onu hızla yeniden tutukladı. İşi sağlama almak için Kavala’ya “casusluk” suçlaması da yönelttiler. Ancak AİHM’in kararı net: Kavala’yı ilk iki suçtan cezaevinde tutmak için ortada hiçbir kanıt yok. Son “casusluk” suçlamasına gelince, şimdiye kadar bununla ilgili güvenilir hiçbir kanıt sunulmadı. Kavala’yı özgürlüğünden mahrum bırakmak için bu kadar adaletsiz biçimde kullanılmasalardı, bu ‘fantastik’ suçlamalara gülünüp geçilebilirdi.

Demirtaş davası da benzer bir mantık izledi. En büyük ikinci muhalefet partisi olan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) lideri Demirtaş temelsiz ‘terör’ suçlamalarıyla tutuklu yargılanıyor. AİHM Aralık 2020’de Demirtaş lehine nihai kararını açıklar açıklamaz bir mahkeme, Demirtaş ve diğer 107 kişi hakkında hazırlanan 3 bin küsur sayfalık iddianameyi kabul etti. Seçim döneminin yaklaştığı ve iktidardaki AK Parti’nin rakiplerini yok etmeye niyetli olduğunun anlaşıldığı bir dönemde, Türkiye yetkilileri Demirtaş’ı serbest bırakmaktan kaçınmak için mümkün olan her şeyi yapmaya istekli görünüyor.

Bir ülke Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gereğince sahip olduğu yükümlülükleri açıkça hiçe saydığında Avrupa Konseyi ve üye devletler ne yapabilir? Yöntemlerden biri –kararları uygulamayan devletlere karşı “ihlal prosedürü” başlatılması– yalnızca bir kez, Ilgar Mammadov/Azerbaycan kararında kullanıldı. Uluslararası Af Örgütü, tüm Avrupa Konseyi üye devletlerini, siyasi zulme karşı kararlılıklarını göstermek adına Türkiye hakkında benzer bir “ihlal prosedürü” başlatmaya çağırmaktadır.

Bir başka adım, Avrupa Konseyi’nin siyasi başkanı olan Genel Sekreter’in, bu kararların neden uygulanmadığına ilişkin özel bir soruşturma başlatmasıdır. Bu yönteme son 20 yılda sadece dört kez başvuruldu ve son olarak yine Ilgar Mammadov’un yaşadığı ihlallerle ilgili Azerbaycan hakkında özel soruşturma açıldı.

Ayrıca, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi ve gözlemci mekanizmalarının elinde kararları uygulamayan devletler üzerinde baskı oluşturmak için çeşitli araçlar var. Üye devletler, Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile işbirliği faaliyetleri kapsamında en yüksek miktarda fon alan ülkelerden biri olduğunu ve her yıl milyonlarca avroya varan tutarda fon aldığının farkındalardır. Bu nedenle, bu devletler, mali katkılarının onları bütün bir insan hakları sistemini zayıflatan ve siyasi zulüm uygulayan bir hükümetin desteklenmesinde suç ortağı haline getirmediğinden emin olmakla yükümlüdür.

Yükümlülüklerini ciddi şekilde ihlal eden büyük bir üye devlete karşı kararlı bir duruş sergilemenin ne kadar zor olduğunu ilk elden biliyorum. 2012’den 2018’e kadar Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’ydim. İnsan Hakları Komiseri olarak Türkiye yetkilileriyle zorlu tartışmalara girmekle ve son derece eleştirel raporlar yazmakla kalmadım, aynı zamanda üye devletleri, Türkiye’nin ve diğer ülkelerin yükümlülüklerine uymasını sağlamak adına daha sert adımlar atmaları için harekete geçirmeye de çalıştım. Çoğunlukla, “hırçın” taktikler gibi algılanan adımları izlemek konusunda bir isteksizlik vardı. Fakat Türkiye yetkilileri, hiçbir diyaloğun bu kişilerin serbest bırakılmasını sağlamayacağını gösterdi. Kavala ve Demirtaş suçsuzdur ve serbest bırakılmalıdır. Geciktirmenin ve kararsızlığın zamanı geçti. Türkiye işbirliği yapmaya devam ediyormuş ve yükümlülüklerinin gereğini dürüstçe yerine getiriyormuş gibi davranmak mümkün değil.