Tutuklu gazeteciler cezaevinden yazdı

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi'nin "Senden ne haber gazeteci?" kampanyası kapsamında cezaevinde ziyaret ettiğimiz tutuklu gazeteciler, kendilerinden haber verdiler. Bakırköy Kadın Ceza İnfaz Kurumu'nda görüştüğümüz Nazlı Ilıcak, Tuba Bulut, Reyhan Hacıoğlu, Semiha Şahin ve Hanım Büşra Erdal ile Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda görüştüğümüz Yakup Çetin ile Eren Erdem'in yanı sıra, Nedim Türfent ile Ziya Ataman'ın Van Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'ndan gönderdikleri yazıları paylaşıyoruz.

*Yazı içerisinde yer alan gazetecilerin görüşleri, fikirleri, yazılı ve görsel ifadeleri UAÖ’nin görüşünü yansıtmaz. Bu konuda UAÖ’nün sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir.

Tutuklu gazeteci Nazlı Ilıcak: Türkiye iyi ise ben de iyiyim
Artık Türkiye’nin barışa ve huzura ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye ittifakı” söylemi, bu yolu açabilir.
Ben, bu çağrıya, bu çağrının samimiyetine inanmayı tercih ediyorum.
Ayrıca, Adalet Bakanlığı’nda reform çalışmaları yapıldığını duyuyoruz. Bakanlık, karşı görüşteki birçok gazetecinin fikrini de almış. Özellikle terör tanımının, keyfilik ve aşırılığa son verecek şekilde yeniden yapılması, kapsamının daraltılması gerekiyor.
Üzüldüğüm bir noktayı da belirteyim. Muhalif çizgide bulunan birçok gazeteci, sadece kendilerine yakın gördüklerini savunuyor; sempati duymadıkları ya da tanımadıkları isimlere karşı duyarsızlar. Ben buna “kendine demokrat” diyorum. Ucu kendine ya da grubuna dokunduğunda feryat ediyor.

Özetle herkesin öz eleştiriye ihtiyacı var. Ben cezaevinde kendi muhasebemi yaptım.
“Türkiye ittifakı” söylemini önemli buluyorum. Çünkü Türkiye iyi olunca hepimiz iyi olacağız.
Tek vatanımız var: Türkiye.
Tek çare: Hukukun üstünlüğü, bütün kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasi.
 



Tutuklu gazeteci Tuba Bulut: Zindanlarda açlık grevi var! Sesimize ses olun.
İmralı tecritinin kırılması için Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi bugün Türkiye’nin ve dünyanın birçok yerine yayılmış durumda. Bakırköy zindanı da bunlardan biri. 124 gündür açlık grevinde olan arkadaşlar var. Biz 24 kişi ise C.10-C.9 koğuşu ve başka koğuşta kalan arkadaşlarla 2 Mart’ta başladık. Ve tek bir talep var, İmralı zindanındaki tecrit kırılsın ve her tutuklunun hakkı olan haklar verilsin. Bununla beraber birçok şeyin değişeceğine inanıyoruz. Taleplerimizin gerçekleşeceğine inanıyoruz ve bu inançla ve moralle sonuna kadar devam edeceğiz. Bunların bilinmesi ve bu şekilde taleplerimize sahip çıkılması beklentisindeyiz.

Dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar tutuklu gazetecilerin olduğu tek yer Türkiye’dir. Tek sebebi de gazetecilik yapmaktır. Tutuklu olan tüm gazeteciler yaptıkları haberler nedeniyle tutuklular ve lafa gelince basın özgürlüğünden söz ediliyor. Buna ne demeli bilinmez.
 



Tutuklu gazeteci Reyhan Hacıoğlu: Hakikat karartılıyor
Basın ve ifade özgürlüğünün yok sayıldığı, gazeteciliğin suç kabul edildiği bir ülkede tutuklu bir gazeteci olarak ifade edilmesi gereken temel konunun “hakikatin karartılmaya çalışılması” olduğunu düşünüyorum.  Bugün bir parlamenter öncülüğünde 6 aydır süren ve şu an itibariyle 7 bin tutuklu ve hükümlünün eşlik ettiği bir açlık grevi var ve insani bir taleple yapılıyor. Ama açın, bakın, tek satır haber bulamazsınız. İşte ben/biz buna ses olmak için açlık grevindeyiz. Gazeteciliğin tam da bu olduğunu düşünüyorum... Her koşul ve şartta, ses olabilmek bir haksızlığa. 

Genel olarak ise toplumun karanlığa boğulmak istendiği bir süreç yaşanıyor. Ve toplumdan saklanan o kadar şey var ki. Biz de bunu yazdığımız için “cezalandırılıyoruz” aslında.  Ama bugün vesilesiyle şununla bitireyim, bizi dayanışma ve örgütlülük güçlendirecek. Aksi, herkes için daha koyu bir karanlık demek. 

Ve son olarak bir gazeteci olarak haberini sadece duyurmak değil, yaşadığım açlık grevini duyun, görün diyorum.
 





Tutuklu gazeteci Semiha Şahin: Gazetecilik suç değildir

Türkiye en çok tutuklu gazetecinin bulunduğu ülke. Gazeteciler yaptıkları haberler, yazdıkları yazılar nedeniyle şu anda dört duvar arasında. Her ne kadar hükümet gazetecileri yaptıkları işler nedeniyle tutuklamadığını iddia etse de, 120’den fazla gazetecinin şu anda hapiste olduğu gerçeğini değiştiremiyor. 

Muhalif gazetecilerin tutuklanması, halkın haber alma özgürlüğünün söz, eylem ve düşünce özgürlüğünün tutsak edilmesidir. Bu da bir ülkenin nasıl bir yönetim anlayışıyla idare edildiğinin de göstergesidir.

Tüm baskı ve yıldırma politikalarına rağmen muhalif gazeteciler öyle veya böyle, bir şekilde hakikatleri anlatmaya devam ediyor. Gerçeklerin karanlıkta kalmasına karşı da mücadele ediyor.
 



Tutuklu gazeteci Hanım Büşra Erdal: Gökyüzümü çoğalt Allah’ım...
Size hukuktan bahsetmeyeceğim. Bilmediğimden değil, fazlasıyla bildiğimden. 6 yıl 3 ay hapis cezası verilip, tüm itiraz sürecinde yaklaşık 3 yıldır hapiste tutularak rekor kırmış bir gazeteci olarak ‘yargılanma’dan bahsetmek absürd geliyor. “Adaletin olmadığı yer vatan değildir” demiş Emile Zola. Adalet duygum öldü, içimde bir cenaze taşıyorum. Nasıl ki en sevdiklerini kaybettiğinde yerine hiçbir şey koyamazsın, adalet duygum öldü ve yerine koyacak bir şey bulamıyorum. 

Şimdi bir hapishane köşesinde bir demet yeşil nane kokusunda vatanımı arıyorum. 5-10 metrekarelik avluya çıktığımda, “Gökyüzümü çoğalt Allah’ım, çoğalt gökyüzümü...” diye dua ediyorum. Ben hapisteyim, baharın tüm çiçekleri, şiirim sizin olsun...

Bugün bir şeyler değişse
Karaköy vapurunun düdüğü çalarken
O gürültüyü fırsat bilen Galata Kulesi,
Islık çalsa Kız Kulesi’ne, en çapkınından
İnsanlar duymasa, duymazlar zaten
Aşıklar dışında...
Dünyanın en güzel çiçeği açıverse
Bir çingene kadının basma eteğinde
Kadıköy iskelesinde bir martı
Çingene ruhumu dansa kaldırsa
Bir şeyler değişse bugün, özgürlüğe göç başlasa...
 





Tutuklu gazeteci Yakup Çetin: Neredeyse gazetecilik yaptığım her gün için bir gün hapis yatacağım

34 aydır fiziksel olarak özgürlüğümden mahrumum. Bu süre içinde özgür olmak için dışarıda olmanın şart olmadığını öğrendim. 
Günlerimi okuyarak, yazarak, geçmişteki mutlu anları tekrar yaşayarak geçiriyorum. 
Yaklaşık 5 yıl gazetecilik yaptım. Buna karşılık 3 yıldır hapisteyim. Neredeyse gazetecilik yaptığım her gün için bir gün hapis yatacağım. Gazeteciliğin bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Içeride hiçbir gazetecinin olmadığı, dışarıda olanların da tam özgür olduğu bir ülke dileğiyle. 
İçeride dışarıda, bütün gazetecilerin Basın Özgürlüğü Günü kutlu olsun.

Ali İsmail adına Afrika’da açılan bir su kuyusu haberini okuduktan sonra yazdığım bu şiirin, Ali İsmail’in annesi Emel Hanım’a ulaşması dileğiyle...

Ali İsmail bir duru sudur.
Gözleri şimdi Kenya’da bir su kuyusudur.
Göğe bakan ve güneşi yakan
Bir çift göz Afrika sahralarında.
Ve aynı anda Alpu’da, Poruk’ta
Parıldayan bir çift göz.
Asya’da ve Afrika’da
Bir damla duru su var oldukça
Ali İsmail hep o bir damla sudur.
O damla ki umudun okyanusudur.
 





Tutuklu gazeteci Eren Erdem: Gazeteci yazmaya devlet susturmaya devam ediyor

Mayıs ayına gazetecilerin tutuklu olduğu, düşünmenin yasaklandığı koşullarda giren Türkiye’de, cezaevi kitapları ve kütüphaneleri, tarihinin en entelektüel dönemini yaşıyor. 
Özellikle gazeteci ve siyasi tutukluların cezaevi kütüphanelerine katkısı, tüm cezaevlerini bir akademiye dönüştürmüş durumda. 
Hukukun askıya alındığı ve anayasal devletin tasfiye edildiği bu süreçte, düşünmenin ve haber yapmanın yasak olması, düşünen ve gerçeği halka göstermeyi amaç edinen gazetecileri caydırıcı bir tedbir olarak görülmüyor.
Özetle, zindanlar; düşünceleri yok edemediği gibi, yeşertiyor.
Işte 2019 Türkiyesinden bir gerçek.
 



Tutuklu gazeteci Nedim Türfent: Berxwedan jiyan e!*
Bu bayağı Pazar gününde bile dünya kamuoyu ile güncel tarihin borusunu üfleyen zat-ı alilerin ajandasında farklı farklı gelişmeler bulunmakta. Takvimin bilenmiş dişlerinde sapsarı bir tortu oluşturan bu ulusaşırı hengame, yedi düvelin sofrasını işgal etmekte herhangi bir sınır tanımıyor. Kaynayıp tencereden taşan süt misali abartıya kaçıyorsa bu yorum, hemen, sıcağı sıcağına kafamızın baloncuklarında ter akıtan hayali muhabire bağlanalım. Söz hakkı onun. Sisyphus’un Brexit hamlesi -pardon ama sanki Theresa da olabilir- tam bir kısır döngüye dönüştü. Sarı Yelekliler, Macron’u pek bir ısıtıyor. Trump’ın İran yaptırımları yaptırılıyor! Merkel desen, o geri-kabul! Avrupa’nın şimdi de bilmem hangi ülkesinde neo-Nazi bir hortlak seçimlerde ikinci çıktı. Yeni Zelanda, Christchurch’e merhem sürüyor, haksız da değil. Hepimizin bir gözü Guaido ile Maduro arasındaki taht kavgasında. Sudan’da devrim mi darbe mi oldu? Sri Lanka’da terör saldırıları, Kaşmir’deki yüksek tansiyon, Ortadoğu oldum olası kaynayan kazan! Peki, J. Assange’ın yaptığı casusluk muydu gazetecilik miydi? Daha neler neler…

Başta Avrupa’nınki olmak üzere gündem bu denli yoğunken, Türkiye’deki ihlaller, hak-özgürlükler sorunu ile demokraside yaşanan erozyon kimin umurunda! Üstelik, bu hukuksuzluk ve haksızlığın hemen hepsi Google Earth’ün dahi yerini bulmak için fazladan çaba harcadığı Kürt kentlerinde gerçekleştiriliyor. Hal ve ahval buyken, tutuklu bir Kürt gazeteciye “Senden ne haber gazeteci?” diye sormak kimin o canım aklına gelir? Lütfen biraz gerçekçi olalım. Olur da baharın ortasında kırmızı kar yağarsa ve bu sual sorulacak olursa, varsın gazeteci de kendi cephesinde yaşananları kendince dile getirsin. Gücü yettiğince demeyi unutmayalım, ne de olsa o da açlık grevinde. 59 gündür.

“Tutuklu gazeteci” dedik ama Erdoğan ile çok sayın yetkililer, gazetecilik faaliyetinden kimsenin tutuklu olmadığını ileri sürüyor. Belki de haklılar; hem kim bir gazeteciyi haberlerinden ötürü zindana kapatır ki? İyisi mi, bağımsız ve tarafsız yargının verdiği bir kararın perde arkasına göz atalım.

Mayıs’ın 12’sinde tutukluluktaki 4. Yılına adım atacak olan Nedim Türfent’e yerel mahkemece 8 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Yanlış anımsamıyorsunuz, “Türk’ün gücünü göreceksiniz! Ne yaptı lan bu devlet size?” haberini ortaya çıkaran gazetecinin ta kendisi. Hani bir grup maskeli özel timin 40’a yakın inşaat işçisini yarı çıplak ve yüzükoyun yere yatırıp işkence ettiği, tehditler savurduğu görüntüler. Elbette, hem bakanlık hem de valilik, bu timler hakkında jet hızıyla soruşturma başlattı. Kimi art niyetliler bunun kamuoyunun gazını almak için yapıldığını ifade edebilir. Herkesin düşüncesi kendisine! Biz hakikat nehrinde devam edelim.

“Hukukun üstünlüğü” neticesinde başlatılan soruşturma adliyenin kör dehlizlerinde toz tutarken, haberi yapan gazeteci en nihayetinde cezalandırıldı. Buna bire bir “üstünlerin hukuku” mu diyorsunuz, acele etmeyiniz. Yorum yaparken elinizi korkak alıştırın. En azından şimdilik, güzel ülkemin güzel hatırı için. Zira, hukuki süreç ve yargılama safhasına Fransız kalmamanız hacet ediyor.

Mevzu bahis haberi yaptıktan sonra Türfent, kolluk kuvvetleri tarafından sosyal medya kanallarından alenen ölümle tehdit edildi. Gazetecilikte ısrar edince, 12 Mayıs 2016’da işkenceli gözaltının akabinde tutuklandı. Aylar boyu iddianame bekledi. Yargılama yapıldı yapılmasına ama gıyabında! Olur mu, oluyor. Duruşmaların tek bir tanesinde dahi hakim huzuruna çıkarılmadı. Konferans marifetiyle kesik kesik bağlanarak savunma yapmak zorunda bırakıldı. Ancak mahkemenin temin ettiği kişi tercümanlıkta ‘yetkin’ olmayınca (kendi tabiridir), Kürtçe savunması doğru dürüst çevrilmedi. Bir de ‘tanık’ meselesi var, yüz yüzelik ilkesi ihlal edildi. Malumunuz Rahip Brunson davasında ifadeler geri çekilmişti. Bu davada da çekildi. Ama o dava Ege’nin incisi İzmir’de, bu dava Hakkari diye bir kasabada görüldü! Kimin arkasında kim var veya yok, kimi ilgilendiriyorsa onu ilgilendirsin! Türfent’in davasında tüm tanıklar, polislerin kendilerine işkenceyle birtakım kağıtlar imzalattığını beyan etti. Hatta bir kadın, “Polisler beni ‘Bu kağıtları imzalamazsan sana tecavüz ederiz’ şeklinde tehdit etti” dedi. 

Bir an için gözlerinizi kapatın; bu dava Finlandiya veya Norveç’te görülseydi, seyri nasıl değişirdi? Unutmadan, bir de yalan beyanda bulunduğu belgeyle kanıtlanan bir kadın vardı. İddia makamının tüm tanık beyanları resmen çöktü; hem de jure, hem de facto. Çöken yalan beyanlar ve sosyal medyadaki haber paylaşımları, Türfent’e “silahlı terör örgütü üyeliğinden” ceza vermek için yeterli görüldü. Onun tek silahı, kalemi ve kamerası. Ancak bu ikisini silahla benzeştirmeyi doğru bulmuyor.

Adaletin terazisine ilişkin keskin bir yorumda bulunmaktan sakının, daha bitmedi. Türfent, sokağa çıkma yasağının ilan edildiği, şehir operasyonlarına sahne olan Yüksekova’da gazetecilik yaptı. Devlet güçlerinin aşırı ve orantısız güç kullandığını görüntüledi, hak ihlallerini görünür kıldı, polis-askerin hedef gözetmeksizin ateş açtığını ve evleri ateşe verdiğini yazdı haberlerinde. Bunları yazan Türfent’i öldüremeyince, susturmak için tutukladılar. Tutuklanmasından birkaç ay sonra 15 Temmuz darbe girişimi oldu. Bu kalkışmaya ilişkin geçenlerde TRT Kurdi’de konuşan AKP’li Mehdi Eker, bu kentlerdeki şehir operasyonlarını FETÖ’cü komutanların yönettiğini ve halkla devleti karşı karşıya getirmek için orantısız güç kullanıp evleri ateşe verdiğini söyledi. “İyi de Türfent hala tutuklu!” demeyin.

Durun bakalım, yarım kalan konudan devam edelim. Bağımsız ve tarafsız yargı demiştik. Bugünlerde bu tartışma bir hayli su götürüyor. Yargı mı yasallaştı siyaset mi berikine parmak sallıyor, bunu tespit edecek pozisyonda değilim. Türfent’e “teröristlikten” ceza veren mahkeme heyeti, gerekçeli kararında Türfent’in “rahatsız edici haberler yaptığını” açıkladı. Kimisi acemice bir itiraf, kimisi pespaye bir gaf olarak nitelendirdi bunu. 

Biz iyimser olalım, kırıcı olmayalım; adaletin yerini bulmasında bir ilk adım, uzun vade için bir işaret fişeği olarak. Çünkü, dosyanın temyiz süreci devam ediyor. Hukuk garabetlerini mıknatıs gibi çeken dosya, an itibariyle Yargıtay’da. Hukuki süreci üstlenen Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nden avukatlarımın AYM ve AİHM’e hak ihlalleriyle ilgili yaptığı bireysel başvurulara henüz cevap veren olmadı. Ki AİHM bile, kuvvetle muhtemel “iç hukuk yollarını tüketin” açık çekini verecek. Yani, tükenmesi için 2-3 yıl daha bekleyin. Ne de olsa buralarda temyiz süreci tavşan değil, kağnı hızında ilerliyor.

Yoğun istek üzerine -bu yazıyı bitirene dek- mütevazılığını bir kenara bırakan tutuklu Türfent sayılı günlerini saymak yerine (!), hikaye, şiir, anı ve makale gibi yazınsal çalışmalarla zamanını değerlendirmeye çalışıyor. Çalıştığı Dicle Haber Ajansı’nda İngilizce haber editörlüğü de yapan Türfent, şimdi de Almanca ve Fransızca öğrenme derdinde. Almanca demişken, Almanca dil kitabının kapak fotoğrafındaki dünya haritasında “Türkiye Cumhuriyeti küçük gösterildiği için” kendisi hakkında disiplin soruşturması başlatıldı. Anlayacağınız, içeride de rahat bırakmıyorlar adamı! Nitekim, 16 ay tekli hücrede tutuldu. Gerekçe mi arıyorsunuz; ‘yer yok’muş. “Sakıncalı” olduğu gerekçesiyle Yeni Yaşam gazetesi aboneliği yapılmıyor. O bir yana, destek amacıyla gönderilen kalem ve defterler dahi halen kendisine verilmiş değil. 

Nedim Türfent haberin nesnesi, parçası olmak istemiyor artık. Haber yapmak istiyor. “Ne haber?” sorusuna “iyilik, sağlık” yanıtını vermek isterdi. İsterdi, lakin dedik ya, 59 gündür açlık grevinde, 11 kilo kaybetti. Geçen hafta tansiyon düzensizliğinden baygınlık geçirdi, yani kritik eşikte. Kim garantisini verebilir ki, bu yazı… Neyse, Berxwedan jiyan e!

*Kürtçe: Direnmek yaşamaktır.
 



Tutuklu gazeteci Ziya Ataman
Gökyüzüyle kucaklaşmış dağların arasında yolunu kaybetmiş, yoksunlukların ve yoksullukların zengini bir ilçe olan Beytüşşebap’ta; Kürt muhaliflere ait bir gazetenin dağıtımını yapmaya başladığımda, çevremde genişlemeye başlamıştı. Gazete dağıttığım kişilerle gelişen ilişkilerim, gazeteden ve dağıtımından ve dolayısıyla benden hazzetmeyen devletin kolluk görevlilerinin tehdit amaçlı kurmuş oldukları zoraki ilişkiler bunda etken. 

Fiziki şiddete başvurulmasının ve gazete dağıtımına devam etmemin hayatıma mal olacağının söylenmesinin sonucu, can güvenliğimden endişe duymam ve başka bir şehre göç etmem olmuştur. Ki bu topraklar bu minval göçleri nicedir yaşamaktadır. Coğrafyanın kaderimiz olduğunu yaşayarak öğreniyoruz. Benimkisi binlerce örnekten birisidir sadece.

Zorunlu olarak göç etmiş olduğum Van şehrinde almış olduğum eğitim sonrasında bu defa muhabir olarak çalışmaya başladım. Haber takibinde olduğum 10.04.2016 tarihinde yapılan bir kontrolde hakkımda yakalama kararı olduğu gerekçesiyle gözaltına alındım ve 11.04.2016 tarihinde de tutuklanmama karar verildi. 

Tutuklanmamdan 1,5 yıl sonra hakkımda dava açıldı. Tarih itibariyle üçüncü yılını doldurup dördüncü yılına girmiş bir tutukluluk sürem söz konusu. 

Hakkımdaki dava hala sonuçlanmış değil!

İddiaya göre 25.09.2015 tarihinde Beytüşşebap’ta gerçekleşen bir silahlı eylemde yer almışım! Bu iddianın dayanağı ise sonradan işkence! İle alındığını söyleyerek bu beyanlarının gerçek dışı olduğunu beyan eden bir kişinin çelişkili ve aykırı beyanlarıdır. İşin ironik tarafı, bu kişinin söz konusu eyleme katıldığını benim kendisine söylediğimi ileri sürmesidir. Kaldı ki bunu birçok kişi için belirtmiştir. Buna göre birden fazla kişi, aynı kişiye eyleme katıldığını söylemiştir!.. Şundan eminim ki ben böyle bir şey söylemedim ki ilgili eyleme de hiçbir şekilde katılmış değilim. 

Şimdiye kadar onlarca duruşmaya katıldım. (Benim haberim olmadan olan oturumlar da var) ve kaç tanesine daha katılacağım muğlak! Bunların hiçbirini mahkeme heyeti ile yüz yüze yapmadım. SEGBİS sistemi ile anlaşılması zor bir şekilde yaptım. Her celse böyle bir eyleme katılmadığımı; devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmaya teşebbüs iddiasıyla yargılanan Beytüşşebaplıların tamamı hakkında bir kişinin eyleme katıldıklarını kendilerinin söylediği veya bunu bildiği yönünde beyanı olduğunu, bunun olağan olmadığını; bu iddiayı destekleyen/doğrulayan somut bir delil olmadığını beyan etmekteyim. 

Genel geçer bir hukuki ilkeye göre suçluluğu ispat edilene kadar herkes masumdur. Bizzat yaşayana kadar öğrendiğim üzere, Türkiye’de bu ilke tersine işlemekte; masumiyetini ispatla denilmektedir. Diğer bir deyişle, yargılanan herkes suçludur. Malum en iyi öğrenme metodu yaşamaktır ve Türkiye’de bu yöntem pek revaçta. Yaşayarak öğrendim!

Üç yılı aşan cezaevi sürecinde birçok rahatsızlığım da ortaya çıktı. Tedavi hasar bırakmayacak şekilde yapılacakken, basında çıkan haberlerden dolayı (üç ay boyunca revire bile çıkartmamışlardı) ve kendi kurumlarının prestijinin bozulmaması için, yüzeysel bir tedavi ile geçiştirdiler…

Kaleme alerjisi olan bu ülkede gerçekleri yazmak-paylaşmak için çelikten bir cesaretin olması gerekir. Bu cesareti kendimde gördüğüm için dört duvar arasındayım. Eğer hukuk gerçekten işleseydi değil biz, bizleri dört duvar arasına koyanlar burada olacaktı. Yine de bizler hür düşüncemizle ve güçlü kalemimizle gerçekleri paylaşmaya devam edeceğiz.