• Basın Açıklamaları

Türkiye: Yargı Reformu Paketi ile adalet sistemindeki ciddi kusurları giderme fırsatı kaçırıldı

“Hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi” hedefiyle 15 kanunda değişiklik öngören ve Yargı Reformu Paketi adı verilen kanun teklifi 30 Eylül 2019’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. Yıl sonuna kadar bir dizi değişikliğin daha ikinci bir “reform” paketi ile meclise sunulması bekleniyor. 

Türkiye’nin yargı sistemindeki en önemli sorunlara bakıldığında, son yıllarda yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehlikeye atan anayasal değişikliklere ek olarak Türk Ceza Kanunu’nun ifade ve barışçıl toplanma hakkını sınırlandıran hükümleri, uzun tutukluluk süreleri ve kamu sektöründen keyfi ihraçların sebep olduğu hak ihlalleri, yasal düzenleme gerektiren başlıca sorunlar arasında yer alıyor. Meclise sunulan ilk paket ile önerilen değişiklikler ise ne yazık ki bu sorunları ortadan kaldırmıyor.

Türkiye yasaları uluslararası insan hakları standartlarına uygun hale getirilerek, Türkiye’de yaşayan herkes insan hakları ihlallerine karşı anayasal güvence altına alınmalıdır. Bunun için yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanmalı, Terörle Mücadele Kanunu’nun aşırı geniş ve muğlak hükümleri kaldırılmalı, uzun süreli tutuklu yargılamalar genel kaide olmaktan çıkarılmalı ve disiplin soruşturmaları adil yargılanma hakkına uygun şekilde yürütülmelidir. Ayrıca, hiç kimse fikirlerini barışçıl biçimde ifade ettiği için yargılanmamalıdır. 

Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’nin milletvekillerine, “yargı reform paketlerini” bu doğrultuda kullanma çağrısında bulunuyor. Aksi takdirde, önerilen değişiklikler, yargı sistemindeki ciddi kusurların giderilmesi konusunda kaçırılmış bir fırsat olacaktır.

TÜRKİYE: “YARGI REFORMU” PAKETİ İLE ADALET SİSTEMİNDEKİ CİDDİ KUSURLARI GİDERME FIRSATI KAÇIRILDI

Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yaz tatilinin bitmesinin ardından, 30 Eylül 2019’da, Yargı Reformu Paketi adı verilen kanun teklifini meclise sundu.[1] 15 kanunda değişiklik öngören yargı paketi, hükümetin Mayıs 2019’da duyurduğu, Yargı Reformu Stratejisine göre yapılacak değişikliklerle “hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi” hedefini karşılamıyor. Yıl sonuna kadar bir dizi değişikliğin daha ikinci bir “reform” paketi ile meclise sunulması bekleniyor.

Önerilen değişiklikler, süregelen siyasi baskılar altında çökmüş ve darmadağın olmuş yargı sistemindeki yapısal kusurları gidermiyor, bu nedenle de yüzeysel değişiklikler olarak kalıyor. Yargı paketi ile getirilen değişiklikler, artık bir rutin haline gelen siyasi güdümlü ve iyi niyet taşımayan tutuklu yargılamaları ve güvenilir kanıt olmaksızın alınan mahkumiyet kararlarını engellemeyecektir. Ayrıca, siyasi aktivistleri, gazetecileri ve insan hakları savunucularını yalnızca işlerini yaptıkları gerekçesiyle hapis cezalarıyla karşı karşıya bırakan yargılamalara son verilmesi konusunda bu değişikliklerin etkisi çok sınırlı olacak veya hiç olmayacaktır.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI

Yargı “reformu” paketi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı da dahil olmak üzere Türkiye’deki yargı sisteminin en büyük sorunlarını ortadan kaldırmıyor. Değişiklik önerisi, son yıllarda yapılan anayasal değişikliklerle yargının giderek yürütmenin kontrolü altına girmesine çözüm getirebilecek herhangi bir hüküm içermiyor. Hakim ve savcıların yargılandığı, sıklıkla tutuklandığı, ihraç edildiği ve keyfi biçimde tayin edildiği, avukatların ise kötüye kullanılan soruşturmalarla ve yargılamalarla karşı karşıya kaldığı bir durumda bu değişiklikler, yargı mensuplarına işlerini yapabilmeleri için gerekli güvenliği sağlamıyor.[2]

Özellikle Nisan 2017’de Anayasa’nın 159. Maddesinde yapılan değişiklikler, hakim ve savcılarla ilgili atama, terfi, ihraç veya disiplin yaptırımı kararlarında önemli rol oynayan Hakim ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısında ve üyelerinin atanma prosedüründe değişiklikler yaparak yürütmenin HSK üzerindeki kontrolünü genişletmişti.

Olağanüstü hal döneminde 4.000’in üzerinde hakim ve savcı, HSK tarafından “terör örgütleriyle bağlantılı oldukları” iddiasıyla olağandışı prosedürlerle ihraç edildi. Temmuz 2018’de kabul edilen ve olağanüstü hal döneminden sonra da “terör örgütleriyle etkili mücadelenin sürdürülmesi” amacıyla çıkartıldığı belirtilen 7145 Sayılı Kanun, hakim ve savcıların aynı muğlak gerekçelerle ihraç edilme ihtimalini üç yıl daha uzatırken, keyfi ihraç edilme tehlikesinin de devam etmesine neden oldu. Bu gelişmeler, yargı sisteminin bağımsızlığını ve bütünlüğünü çok ciddi ölçüde zayıflattı.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞÇIL TOPLANMA HAKKI

Bir suç işlendiğine dair kanıt olmaksızın muhalefeti susturma amacıyla açılan davalar çoğunlukla Türkiye’deki terörle mücadele yasaları kapsamına sokuldu.[3] Onlarca gazeteci ve medya çalışanı halen tutuklu veya hükümlü olarak hapiste.[4] Terörle mücadele yasaları kapsamında soruşturulan ve yargılanan kişilerin bazıları meşru gazetecilik faaliyetleri suçmuş gibi gösterilerek on yıldan fazla hapis cezalarına mahkum edildi.

Bu konuda yargı paketinde önerilen tek değişiklik, Terörle Mücadele Kanunu’nun “terör örgütü propagandası” yapmayı suç sayan 7. Maddesinin ikinci fıkrasına “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” ifadesinin eklenmesini öngörüyor. Fakat 7. Maddenin ikinci fıkrasının, şiddete teşvik kapsamına girmeyen sözlü ve yazılı açıklamaları ve barışçıl protestolara veya benzeri etkinliklere katılmayı soruşturmak için kullanılmasına bir çözüm getirmesi mümkün gözükmeyen bu muğlak ifade, neyin maddenin kapsamı dışında kalacağını savcılığın yorumuna bırakıyor.

Ayrıca, Türkiye’de hiç kimsenin ifade özgürlüğünü kullandığı için suçlu haline getirilmemesinin güvence altına alınması, terörle mücadele yasalarında daha kapsamlı değişikliklerin yapılmasını gerektiriyor. Bu amaca ulaşmak, bir tek hükümde yapılacak bir değişiklik ile mümkün değil. Türkiye’nin terörle mücadele yasalarındaki terör tanımı aşırı geniş ve muğlak olup, uluslararası insan hakları hukukunun gerektirdiği hukuki kesinlik düzeyinden yoksundur. Terörün çok geniş bir biçimde tanımlanması, siyasi amaçları itibariyle bu tanımı kötüye kullanmaya da açık hale getiriyor.[5]

Örneğin, Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. Maddesinin ikinci fıkrası gibi, “terör örgütlerinin bildiri ve/veya açıklamalarını basmayı veya yayınlamayı” suç sayan 6. Maddesinin ikinci fıkrası da tehdit ve cebir gibi şiddetle bağlantısı net bir biçimde tarif edilmeyen muğlak kavramlar içeriyor. Bu haliyle 6. Maddenin ikinci fıkrası, şiddete teşvik kapsamına girmeyen açıklamaları yayınlayan kişilerin yargılanmasını mümkün kılıyor.

Terör örgütüne üyeliği suç haline getiren hükümler başka ihlallere de yol açıyor. Örneğin, Türk Ceza Kanunu’nun 220. Maddesinin altıncı ve yedinci fıkrası, devletin kişileri terör örgütüne üye oldukları mahkemede kanıtlanamadığı halde terör örgütü üyesi olmakla cezalandırmasına izin veriyor.[6]

Benzer şekilde, Terörle Mücadele Kanunu’nun 2. Maddesine göre, örgüt üyesi olmamakla beraber ‘örgüt adına’ suç işlediği tespit edilen kişiler terör örgütü üyeliğinden suçlu bulunabiliyor.[7]

Sözü geçen “terörle mücadele” hükümleri sık sık yetkililerin “terörist” olarak tanımladığı grupların da sahiplenebileceği siyasi fikirleri savunan kişilere karşı; bu kişiler şiddeti, nefreti veya ayrımcılığı bizzat savunmadığı ve şiddet eylemlerine doğrudan katılmakla yargılanmadığı halde kullanıldı. 

Türk Ceza Kanunu’nun bazı hükümleri, ifade özgürlüğü hakkını uluslararası hukuki standartlara aykırı bir şekilde sınırlandırıyor. Aşağıdaki hükümler bu duruma örnektir:

  •  “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletin yargı organlarını” aşağılamayı suç sayan Madde 301,
  • Halkı askerlik hizmetinden soğutmayı suç sayan Madde 318,
  • Suç işlemeye teşvik fiilini suç haline getirmek gibi meşru bir amacın ötesine geçecek şekilde, suçu veya suçluyu övmeyi suç sayan Madde 215[8],
  • “Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak aşağılamayı” suç sayan Madde 216/2,
  •  “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamayı” suç sayan Madde 216/3,
  • “Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat [etmeyi] veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmayı” suç sayan Madde 125 ve
  • Cumhurbaşkanına hakareti suç sayan Madde 299.

Türk Ceza Kanunu’nun bu maddeleri sık sık barışçıl biçimde ifade edilen muhalif fikirleri; sokak protestoları veya gazete yazıları aracılığıyla vicdani ret hakkına kamuoyu desteği vermeyi; egemen kanaatlere ve iktidar yapılarına yönelik eleştirileri; ve siyasetçiler ile diğer kamu görevlilerine yönelik eleştirileri yargılamak ve cezalandırmak için kullanıldı. Sözü geçen maddeler yürürlükten kaldırılmalıdır.

2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu rutin olarak ve keyfi şekilde barışçıl toplanmaları yasaklamak ve insanların barışçıl toplanmalara katılımını suç haline getirmek için kullanıldığından, bu yasada da acilen değişiklik yapılmalıdır. Türkiye yetkilileri, Avrupa Konseyi’ne, Türkiye’nin barışçıl toplanma hakkını ihlal ettiğine hükmeden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanması için 2911 Sayılı Kanun’da değişiklik yapılacağına dair defalarca güvence verdi; fakat buna rağmen yargı paketinde bu yasanın adı geçmiyor.[9]

Bu durum uluslararası hukuku ve standartları ihlal etmektedir. Hem İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme hem de Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme gereğince Türkiye ifade özgürlüğü ve barışçıl toplanma haklarını güvence altına almakla yükümlüdür.[10]

TUTUKLU YARGILAMA

2018 yılı sonunda cezaevlerindeki toplam kişi sayısının %20’sinden fazlası, 57.000 kişi, tutuklu yargılanıyordu.[11] Gazeteciler, siyasi aktivistler, avukatlar, insan hakları savunucuları ve 2016’daki darbe girişimi sonrasında darbeye katılanları soruşturmak ve yargılamak gibi meşru bir amacın çok ötesine geçen baskı döneminde gözaltına alınanlar da dahil olmak üzere toplamda 44.690 kişi “terör ile bağlantılı suçlar” nedeniyle cezaevinde tutuluyordu.[12] Bir suç işlendiğine dair güvenilir ve yeterli kanıtlar olmadan uzun süreler boyunca devam eden tutuklu yargılamalar rutin bir şekilde hükümete muhalif olduğu varsayılan kişileri cezalandırmak için kullanıldı.

5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, isnat edilen suçun türüne göre kişilerin 1.5 yıldan 7 yıla kadar tutuklu yargılanmasına izin veriyor.[13]Yargı paketindeki Madde 18, bu kanunun 102. Maddesinde değişiklik yaparak yargılama başlamadan önceki tutukluluk sürelerine ek sınırlandırmalar getiriyor. Buna göre, ağır ceza mahkemesinin görev alanına girmeyen suçlardan soruşturulan kişiler altı aya kadar, terör dışındaki ağır suçlardan soruşturulan kişiler ise bir yıla kadar cezaevinde tutulabilecek. Terörle bağlantılı suçlarda, şüphelilerin iddianame hazırlanmadan ve mahkemeye sunulmadan önceki tutukluluk süresi iki yıla kadar çıkabiliyor. Önerilen değişiklikler, çocukların tutuklu yargılanma sürelerini ise azaltıyor. Fakat bu değişiklikler ile kişiler halen bir suçtan mahkum edilmeksizin çok uzun süreler boyunca özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor; mevcut durumda kişilerin bir suç işlediklerine dair kanıt olmaksızın, haklarını ihlal eden koşullarda uzun süreler boyunca tutuklu yargılandığı ve bu durumun başlı başına cezalandırıcı olduğu göz ardı ediliyor. Tutuklu yargılama yalnızca istisnai durumlarda uygulanmalı, çocuklar ise hiçbir zaman tutuklu yargılanmamalıdır. Cezai eylem şüphesi ile gözaltına alınan kişiler genel bir kaide olarak tutuklu yargılanmamalıdır.

İnsan Hakları ve Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme uzun tutukluluk sürelerine karşı güvenceler sağlıyor, ancak Türkiye bu güvenceleri sistematik olarak ihlal ediyor.[14]

KAMU SEKTÖRÜNDEN KEYFİ İHRAÇLAR

2016’daki darbe girişimi sonrasında çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile 129.411 kamu sektörü çalışanı[15] keyfi şekilde işinden ihraç edildi. Kararnamelerin sonuna eklenen listelerde bu kişilerin isimlerine yer verildi ve kişiye özgü hiçbir gerekçe olmaksızın “terör örgütleriyle bağlantılı” oldukları ifade edildi. İhraç edilen kamu sektörü çalışanlarından yaklaşık 120.000’i[16] halen kamu sektöründe çalışamıyor ve pasaportu iptal edildiği için yurt dışına çıkamıyor. Birçoğu yoksulluk ve toplumsal damgalanma ile karşı karşıya olan bu kişilerden bazılarının mesleklerini icra etmeleri de tamamen engellenmiş durumda.[17] İşinden ihraç edilenler arasında askerler, polis memurları, öğretmenler, doktorlar ve diğer kamu sektörü çalışanları var. 2016’daki barış bildirisini imzalayan yüzlerce akademisyen yargılandı, akademik kurumlardan ihraç edildi ve kamu hizmeti vermekten men edildi. Olağanüstü hal döneminin sona ermesine rağmen halen geçerli bir pasaport alamayan akademisyenler, yurt içinde ve yurt dışında akademik çalışmalara katılamıyor ve seyahat edemiyor. Anayasa Mahkemesi Temmuz 2019’da verdiği bir kararla, bildiriyi imzaladıkları gerekçesiyle “terör örgütü propagandası yapmak” ile suçlanan ve mahkum edilen akademisyenlerin ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiğine hükmetti.

Yargı paketinin 2. Maddesi, 5682 Sayılı Pasaport Kanunu’na yeni bir hüküm ekleyerek, olağanüstü hal döneminde “terör örgütleriyle bağlantılı” oldukları gerekçesiyle ihraç edilen kamu sektörü çalışanlarına, yurt dışına seyahat etmelerini yasaklayan bir mahkeme kararı olmadığı sürece İçişleri Bakanlığınca pasaport verilebilmesini mümkün kılıyor. Fakat kullanılan dilin son derece muğlak olması, hükmün tutarlı bir şekilde uygulanacağına dair güvence vermiyor ve bu konuda takdiri İçişleri Bakanlığı’na bırakıyor. Örneğin hüküm, polis soruşturmasının sonucuna göre pasaport verilip verilmeyeceğinin belirleneceğini söylüyor, ancak polis soruşturmasından çıkacak hangi sonuçların pasaport verilmesini engelleyeceğini belirtmiyor.

ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ'NÜN YARGI PAKETLERİNE İLİŞKİN TAVSİYELERİ

Yargı reformu stratejisinin bir parçası olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan yargı paketi, Türkiye yasalarının, Türkiye’de yaşayan herkesin adil yargılanma, kişi hürriyeti ve ifade ve toplanma özgürlüğü hakları da dahil olmak üzere insan haklarının ihlal edilmesine karşı korunmasını sağlayan uluslararası insan hakları standartlarına uygun hale getirilmesi konusunda bir fırsatın daha kaçırılması anlamına gelebilir. 

Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’nin milletvekillerine, “yargı reform paketlerini” asgari anlamda şu tavsiyeler doğrultusunda kullanma çağrısında bulunuyor:

  • Yürütmenin yargı üzerindeki etkisini ortadan kaldıracak anayasal ve yasal değişikliklerin yapılması da dahil olmak üzere yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yasalarda ve uygulamada güvence altına alacak düzenlemeler yapılmalıdır. 
  • Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. Maddesindeki “terör” tanımı ile 2. Maddesindeki “terörist” tanımında değişiklik yapılarak, bu tanımlar uluslararası insan hakları hukuku ve standartlarına uygun hale getirilmelidir.[18]
  • Türk Ceza Kanunu’ndaki 301. Madde (Türk Milletini aşağılamak), 318. Madde (Halkı askerlik hizmetinden soğutmak), 215. Madde (Suçu veya suçluyu övmek), 125. Madde (Hakaret) ve 299. Madde (Cumhurbaşkanına hakaret) yürürlükten kaldırılmalıdır.
  • Türk Ceza Kanunu’nun 220. Maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları (Örgüt adına suç işlemek) değiştirilmeli veya yürürlükten kaldırılmalıdır. Silahlı bir gruba yardım etmenin hangi durumlarda suç oluşturduğuyla ilgili benzeri bir yardımın uluslararası anlamda tanımlı bir suç teşkil etmesi ve hangi durumların doğrudan bu suçun planlandığını veya işlendiğini göstereceğinin açıkça belirtilmesi de dahil olmak üzere net kriterler konulmalıdır. 
  • Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. Maddesinin ikinci fıkrası (Terör örgütlerinin bildiri ve/veya açıklamalarını basmak veya yayınlamak) ve 7. Maddesinin ikinci fıkrası (Terör örgütü propagandası yapmak) değiştirilmeli veya yürürlükten kaldırılmalıdır. Buradaki amaç, ilgili maddelerin muğlaklığa yer bırakmayan bir kesinlikle yazılmasının ve bundan böyle hiç kimsenin fikirlerini barışçıl biçimde ifade ettiği gerekçesiyle yargılanmamasının sağlanmasıdır. 
  • Ceza Kanunu’nun 216. Maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları (Kin ve düşmanlığa teşvik) yürürlükten kaldırılarak, ilgili fıkraların fikirlerini barışçıl biçimde ifade eden kişileri yargılamak için kullanılmaması güvence altına alınmalıdır.
  • Uzun süreli tutuklu yargılamaların olağan bir uygulama haline gelmesine son verilmelidir. Ayrıca, tüm tutukluluk hallerinin bağımsız ve tarafsız bir mahkemece düzenli olarak değerlendirilmesi ve tutuklu kişilerin tutukluluk hallerine etkili itirazda bulunabilmeleri için avukata ve yeterli bilgiye erişimlerinin olması sağlanmalıdır.
  • Kişilerin çalışma, seyahat, sağlık, barınma ve yeterli yaşam standardı hakları olmak üzere insan haklarının korunması, özellikle görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ihraçla sonuçlanan disiplin soruşturmaları sonrasında, güvence altına alınmalıdır. Disiplin soruşturmalarının yerleşik hale gelmiş olan adil yargılanma haklarına uygun bir şekilde yürütülmesi sağlanmalıdır.

---


[1] Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2215 Sayılı Kanun Teklifi, Meclise sunulduğu tarih: 30 Eylül 2019).

[2] Örnek olarak Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye: Tahliye edilen avukatlar için bir gün sonra verilen yeniden tutuklamaya yönelik karar, davanın siyasi olduğu iddialarını güçlendiriyor (27 Eylül 2018) ve Türkiye: Avukatların mahkum edilmesi hukuki temsiliyete ve adil yargılanmaya ağır bir darbe (20 Mart 2019) başlıklı açıklamalarına bakılabilir.

[3] Terörle mücadele yasalarında hak ihlali teşkil eden yargılamaları kolaylaştıran ve özellikle ifade özgürlüğünün kullanılmasını engelleyen en problemli hükümlere dair tespitler için Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye: İfade Özgürlüğünün Tam Zamanı başlıklı raporuna bakılabilir (27 Mart 2013),https://amnesty.org.tr/public/uploads/files/Rapor/TURKEY%20DECRIMINALIZE%20DISSENTN.pdf

[4] 2019’un ikinci çeyreğini kapsayan BİA Medya Gözlem Raporu: http://bianet.org/bianet/medya/210438-gun-gun-uc-aylik-medya-ifade-ozgurlugu-ihlalleri-tam-metin. 2019’un ilk çeyreğini kapsayan BİA Medya Gözlem Raporuna göre 1 Nisan 2019 itibariyle 106 gazeteci cezaevinde tutuluyor (Bu gazetecilerden 41’i mahkum edilmiş, 30’u yargılanmaya devam ediyor, 22’si temyiz sürecinde, 13’ü ise hakkındaki iddianamenin hazırlanmasını bekliyor): https://bianet.org/bianet/medya/208044-gun-gun-uc-aylik-medya-ifade-ozgurlugu-ihlalleri-tam-metin.

[5] 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu, Madde 1: “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”

[6] Türk Ceza Kanunu’nun 220. Maddesinin altıncı fıkrası “[terör] örgüt[ü] adına suç işleyen” kişileri, yedinci fıkrası ise “[terör] örgüt[ün]e bilerek ve isteyerek yardım eden” kişileri cezalandırıyor.

[7] 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 2. Maddesi “terörist” tanımını şöyle yapıyor: “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.” Devamında ise “Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır” ifadelerine yer veriliyor.

[8] Ceza Kanunu’nun 217. Maddesi suç işlemeye teşvik fiilini ayrıca suç haline getiriyor. Uluslararası Af Örgütü, Madde 215’in, suçu işleyen kişinin “bir suçu veya suçluyu övmesi sonucunda kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde” iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağını belirtmesine rağmen, son derece muğlak bir dille yazılmış olması nedeniyle hak ihlaline yol açabileceği kanaatindedir.

[9] Örneğin, Türkiye hükümetinin Oya Ataman grubu davalarına ilişkin sunduğu bilgi notu için 17 Eylül 2013 tarihli belgenin 18. Paragrafına ve 11 Ocak 2018 tarihli belgenin 64. ve 65. Paragraflarına bakılabilir: https://rm.coe.int/168077c5dc. Oya Ataman/Türkiye Davasında (Başvuru No: 74552/01, 5 Aralık 2006 tarihli karar) AİHM, barışçıl toplanma hakkının ihlal edildiğine hükmetmişti (AİHS Madde 11).

[10] İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme: Madde 10 (İfade Özgürlüğü) ve Madde 11 (Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü); Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme: Madde 19 (İfade Özgürlüğü) ve Madde 21 (Barışçıl Toplanma Hakkı).

[11] Sayılar, TBMM’nin 13 Aralık 2018’deki genel kurul toplantısında, Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu 2019 bütçesi üzerine söz alan AKP Afyonkarahisar Milletvekili İbrahim Yurdunuseven tarafından verilmiştir. Genel kurul tutanağının 55. Sayfası için: https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_sd.birlesim_baslangic?P4=23206&P5=H&page1=55&page2=55&web_user_id=17267610.

[12] Sayılar, TBMM’nin 13 Aralık 2018’deki genel kurul toplantısında Adalet Bakanı Abdülhamit Gül tarafından açıklanmıştır. Genel kurul tutanağının 143. Sayfası için: https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_sd.birlesim_baslangic?P4=23206&P5=H&page1=143&page2=143&web_user_id=17267610.

[13] Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. Maddesine göre, şüpheliler, ağır ceza mahkemesinin görev alanına girmeyen suçlarda bir yıla kadar cezaevinde tutulabilir ve bu süre en fazla altı ay uzatılabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlarda ise tutuklu yargılanma süresi en fazla iki yıl olup bu süre üç yıl daha uzatılabilir (toplamda beş yıla kadar çıkabilir). Terörle bağlantılı suçlarda ise tutuklu yargılanma süresi beş yıl kadar uzatılabilir (böylece uzatma ile birlikte yedi yıla kadar çıkabilir).

[14] Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, Madde 9(3): Bir suç işlediği iddiasıyla yakalanan ya da tutuklanan herkes, derhal bir yargıcın ya da yasalarla yargı erkini kullanmaya yetkili kılınmış bir başka resmi görevlinin önüne çıkarılacak ve uygun bir süre içinde yargılanma ya da salıverilme hakkına sahip olacaktır. Yargılanmayı bekleyen kişilerin gözaltında tutulmaları genel kural olmayacaktır; ancak, salıverme, sanığın duruşmalarda, adli takibatın diğer safhalarında ve gerekli hallerde hükmün infazında hazır bulunması için güvencelere bağlanabilir.

[15] İhraç edilenler arasında polis memurları, askeri personel, öğretmenler, akademisyenler, sağlık ve medya çalışanları yer alıyor.

[16] İhraç edilen 3.733 kamu sektörü çalışanı olağanüstü hal döneminde çıkartılan daha sonraki kararnameler ile işlerine iade edildi. Kamu sektöründe çalışması halen yasak olanların sayısı, 29 Ağustos 2019 itibariyle kalan 125.678 kişiden Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonunun aldığı olumlu kararların toplam sayısı (6.700) çıkartılarak hesaplandı. Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonunun resmi web sitesi: https://soe.tccb.gov.tr/

[17] İnsanları kamu sektöründeki tüm işlerden veya mesleklerinden kalıcı olarak ihraç etmek çalışma hakkının ihlalidir ve uzun vadede insanların yeterli yaşam standardı hakkını da tehlike altına sokabilir. Pasaportların bir rutin halinde iptal edilmesi seyahat özgürlüğünü ihlal ederken etkin itiraz prosedürünün olmaması da adil yargılanma ve etkili çözüm hakkını tehlikeye sokuyor. Daha fazla bilgi için Uluslararası Af Örgütü’nün 22 Mayıs 2017 tarihli Gelecek Karanlık: Türkiye'de ihraç edilen kamu çalışanlarına yönelik sonu gelmeyen baskılar başlıklı raporuna bakılabilir. Ayrıca, 5 Mart 2019’da Türkiye Dava Destek Projesi, Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), ARTICLE 19 örgütü ve Uluslararası Yazarlar Derneği (PEN International), Türkiye’den üç akademisyenin, Alphan Telek, Edgar Şar ve Zeynep Kıvılcım’ın pasaportlarının iptal edilmesiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) görülen davada üçüncü taraf olarak müdahillik talebinde bulundu. İlgili belgeye ulaşmak için: https://www.article19.org/wp-content/uploads/2019/03/ECHR_532019-TELEK-and-2-others-v-Turkey-Intervention_A19.pdf

[18] Bu maddelerin yanı sıra ifade özgürlüğü ile örgütlenme ve barışçıl toplanma hakkına dair tavsiyelerde sözü geçen maddelere ilişkin bir inceleme için Uluslararası Af Örgütü’nün yayımladığı Türkiye: İfade Özgürlüğünün Tam Zamanı başlıklı rapora bakılabilir (27 Mart 2013), https://amnesty.org.tr/public/uploads/files/Rapor/TURKEY%20DECRIMINALIZE%20DISSENT%20TIME%20TO%20DELIVER%20ON%20THE%20RIGHT%20TO%20FREEDOM%20OF%20EXPRESSION.pdf