Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Kısasa Kısas Zulümler

Uluslararası Af Örgütü Kıdemli Kriz Tepki Danışmanı Joanne Mariner

Orta Afrika Cumhuriyeti’nde süregelen şiddetin en bunaltıcı taraflarından biri simetrisi.

Hristiyan ve Müslüman milisler karşılıklı olarak eşit oranda şiddet içeren saldırılarda bulunuyor. Ve her iki topluluğun üyeleri de birbirlerinin suçlarını kınarken, kendi halklarının kendini savunduğunu söyleyecektir.

Her yeni zorbalıkla, kısasa kısas zulmü rutini kırılması daha zor bir hal alıyor.

Dünden önceki gün (9 Aralık Pazartesi) görüştüğüm bir Hristiyan adam bana geçen hafta ülkenin başkenti Bangui civarlarındaki bir saldırıda nasıl neredeyse öldürülmek üzere olduğundan anlattı. Yakın mesafeden yandan vurulmuş ve ölü taklidi yaparak sağ kalmış; mahalleden başkalarının o kadar şanslı olmadığını anlattı.

“Onlar Fulaniler’di” dedi, göçebe Müslüman çobanlardan oluşan bir etnik grubu kastederek: “Kalaşnikovları vardı.”

Çekirdekten yetişme bir elektrikçi olan bir adam o sabah işe gitmek için hazırlanmak üzere erken kalkmıştı. Sırtındaki çok sayıdaki bandajları gösterirken acıyla yüzünü ekşiterek, avlusuna adım attığında sima olarak tanıdığı dört yerel Fulani’den oluşan bir grup tarafından pusuya düşürüldüğünü söyledi. “Öldüğümden emindim” dedi, hala ölmemiş olmasından dolayı şaşkın bir halde.

Bana saldırının Bangui’nin yaklaşık 90 kilometre kuzeyindeki Boali’ye giden yolun hemen dışında gerçekleştiğini söyledi. Ertesi gün Boali adını yeniden duydum; bu sefer şehirden birkaç kilometre uzakta olan köyleri “balaka-karşıtı” ya da pala-karşıtı olarak bilinen Hristiyan milisler tarafından saldırıya uğramış olan bir grup Fulani kadından.

Bangui’de geçen Perşembe patlak veren daha geniş çaplı şiddetten sadece birkaç gün önce gerçekleşen saldırıda bir düzineden fazla köylünün öldüğü iddia edildi. Hedef alınanlar sadece yetişkinler değildi; bazıları silahla bazıları palayla 10 çocuk yaralandı. Bu çatışmanın acımasız ironilerinden birisi, kendine pala-karşıtı adını veren bir grubun bile bu silahı gençler üzerinde kullanmaya gönüllü oluşuydu.

Hizipçi tutkuların alevlenmesi bir seneden az sürede gerçekleşti. Seleka olarak bilinen çoğu Müslüman isyancılar geçen Mart ayında çoğunluğu Hristiyan olan ülkedeki hükümeti devirdi. Darbe sırasında hizipçi güdüler çok belirgin değildi; çatışmayı yönlendiren bilindik güç arzusu ve doğal kaynaklar üzerindeki kontroldü.

Kötü bir durum nasıl daha kötü ve sonra daha da kötü hale geldi? Seleka nefreti ne zaman -ülkedeki çoğu Hristiyan için- tüm Müslümanlara duyulan öfkeye dönüştü?

Bangui’deki herhangi bir hastaneye yapılan ziyaret bu yolun nereye çıktığını gösteriyor. Ama orada, en azından koğuşları dolduran ağır yaralı Müslüman ve Hristiyanlar içinde başka, daha umut dolu bir yolun anımsatıcıları var; her iki topluluğun üyelerine muhtaç oldukları tıbbi bakımı sağlayan yerel doktor ve hemşireler. Onlar için yaralı bir çocuk yaralı bir çocuk, bir düşman değil.

Bu iki yol arasındaki seçim şimdilik uluslararası topluma kalıyor. Uluslararası barış güçleri derhal güvenliği tesis etmezse hizipçi katliam devam edecek. Uluslararası toplum zulümlerin bağımsız ve tarafsız bir şekilde soruşturulmasını sağlayarak da yardımcı olabilir; böylece hak ihlallerinden sorumlu bireyler -tüm topluluklar değil- suçlarından sorumlu tutulur.

Daha uzun vadede Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki Hristiyan ve Müslümanların uzlaşması gerekecektir. Şimdilik sadece birbirlerini öldürmeye son vermeleri gerek.