ODTÜ Onur Yürüyüşü Davası

ODTÜ LGBTİ+ Dayanışması'nın 7-12 Mayıs tarihlerinde gerçekleştireceğini duyurduğu 9. ODTÜ LGBTİ+ Onur Yürüyüşü'ne izin verilmeyeceği ODTÜ Rektörlüğü tarafından duyuruldu. Bir maille yapılan bu duyuru sonrasında 10 Mayıs 2019'da ODTÜ kampüsüne giren polis 21 öğrenci ve bir öğretim görevlisini şiddet kullanarak gözaltına aldı.

Arka Plan Bilgisi

Ankara Valiliği, internet sitesindeki  19 Kasım 2017 tarihindeki basın duyurusunda “LGBTT_LGBTİ vb. örgütler tarafından” düzenlenen “toplumsal hassasiyet ve duyarlılıkları içeren sinema, sinevizyon, tiyatro, panel, söyleşi, sergi vb. etkinlikleri” “süresiz olarak yasakladığını” ilan etti.  Bu sırada Olağanüstü Hal hâlâ yürürlükteydi.

Hukuki Süreç

  • Ertesi gün, LGBTİ+ hakları örgütü KAOS-GL Ankara 4. İdare Mahkemesi’ne yasak kararının yürütmesinin durdurulması ve kararın iptali istemiyle dava açtı.
    • Ayrıca, yerel mahkeme ara kararlarında yasak kararının yürütmesini durdurmadığı için, KAOS-GL davayı sırayla Anayasa mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de taşıdı.
    • Yerel mahkeme, 15 Kasım 2018’de davayı reddetti.
  • Dava, bir üst mahkeme olan Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdare Dava Dairesi'nce 21 Şubat 2018’de karara bağlandı. Kamunun güvenliği ile toplanma özgürlüğü arasında ölçülü bir denge kurulmasının gerekliğini tespit eden mahkeme, gerekçeli kararında Ankara Valiliği’nin böyle bir süresiz yasak kararını Olağanüstü Hal’de bile alamayacağını, provokasyon ihtimali karşısında güvenlik önlemleri almanın mülki idarenin görevi olduğunu belirtti.

(…)temel hak ve özgürlüklerin koşulsuz, belirsiz ve ölçüsüz olarak kısıtlanması sonucunu doğuran dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka uyarlık, mahkeme kararında yasal isabet görülmemiştir.” Bölge İdare Mahkemesi kararından

  • Ankara Valiliği’nin internet sitesine eklemediği yeni bir “süresiz yasak” kararı aldığı ortaya çıktı. Bu karar 3 Ekim 2018’de alınmıştı.
    • Bu karar hakkında da idare mahkemesine yürütmeyi durdurma davası açıldı.

ODTÜ LGBTİ+ Onur Yürüyüşü

  • ODTÜ LGBTİ+ Dayanışması 19 Nisan 2019’da “mahkeme kararıyla Ankara'daki lgbti+ yasağı kaldırıldığını” ve 9. ODTÜ LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’nün 10 Mayıs 2019’da gerçekleşeceğini duyurdu.
  • ODTÜ Rektörlüğü, okul öğrencilerine “İdari makamlar tarafından 18 Kasım 2017’de duyurulan LGBT etkinliklerine yönelik süresiz yasak kapsamında söz konusu etkinliklere izin verilmeyecektir” ifadelerini içeren bir mail attı.
  • Kolluk güçleri 10 Mayıs 2019’da ODTÜ kampüsüne girdi.
    • ODTÜ kampüsündeki Onur Yürüyüşü’ne yapılan müdahale sonucu 22 öğrenci gözaltına alındı.
  • Öğrencilerin 19’u hakkında “Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmama” ve bunların biri hakkında “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret”  suçlamalarını içeren iddianamenin Ağustos 2019’da Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmesiyle dava süreci başladı.

______________________________________

METU LGBTI+ Pride Parade on Trial

Background Information

On 19 November 2017, Governorate of Ankara announced on its official website that “all activities such as movie screenings, theatre plays, panels, interviews and exhibitions containing social [BD1] sensitivities [were] indefinitely banned.” At the time, the state of emergency was still in force.

Judicial Process

  • On the very next day, LGBTI+ rights organization KAOS-GL filed a legal challenge against the ban at Ankara 4th Administrative Court, requesting the suspension of execution of the ban and cancellation of the decision.
    • Additionally, because the local court did not suspend the execution of the ban, KAOS-GL brought the case first to the Constitutional Court, and then to the European Court of Human Rights.
    • The local court dismissed the case on 15 November 2018.
  • The case was finalized by the Administrative Law Chamber No: 12 of Ankara Regional Administrative Court on 21 February 2018. In its reasoned decision, the court established that there should be a balance of convenience between public security and freedom of assembly; that such a decision for an indefinite ban cannot be made even in the state of emergency; and thereby that it is the task of the civil administration to take security measures in case of a provocation.

“in the disputed action, which led to an unconditional, unsubstantiated and excessive restriction of basic rights and liberties, no compliance with law and legal precision is observed” Regional Administrative Court’s decision

  • Later, it turned out that Governorate of Ankara had taken another decision for an “indefinite ban” on 3 September 2018, which was not added to the official website.
    • This decision was also appealed in the administrative court, requesting suspension of the execution.

METU LGBTI+ Pride Parade

  • METU LGBTI+ Solidarity announced on 19 April 2019 that “the ban on LGBTI+ [is] lifted by a court decision” and the 9th METU LGBTI+ Pride Parade would take place on 10 May 2019.
  • METU Rectorate sent an email to its students which read as follows: “By virtue of the indefinite ban on all LGBTI events announced by administrative authorities on 18 November 2017, no such event would be permitted.”
  • Police forces entered the METU campus on 10 May 2019
    • During the police intervention in the campus, 22 students were detained.
  • Once the indictment about 19 students was accepted in August 2019 by Ankara 39th Court of First Instance, the prosecution started.

 

1. Duruşma

[SCROLL DOWN FOR ENGLISH]

18 ODTÜ öğrencisi ve 1 araştırma görevlisinin “Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmama” suçlamasıyla tutuksuz yargılandığı davanın ilk duruşması 12 Kasım’da görüldü.

Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi salonunun 11 sandalyelik toplam kapasitesinin sadece sanıkların oturması için bile yeterli olmaması nedeniyle, duruşma Ankara 15. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonuna alındı. Yeni salondaki 5 kişilik sanık mahalinin savunmalarını yapmak üzere hazır bulunan 19 öğrenciye yetmemesi nedeniyle, izleyicilere ait 14 sandalye de sanıklara ayrıldı. Sanıklarla izleyiciler oldukça sıkışık bir vaziyette sandalyelerine oturdular. Hâkimin müsaadesiyle salonda yer bulamayan izleyiciler duruşmayı ayakta izledi.  Öğrenciler, 5 saat 40 dakika süren duruşmayı zaman zaman salonun zeminine oturarak seyrettiler.

Mahkeme koridorunda 30 kadar tam teçhizatlı çevik kuvvet polisinin beklediği görüldü.

Katılımcılar

Yaklaşık 50 kişilik izleyici kitlesi; Antalya BİZ Derneği, Ankara Barosu LGBTİQ+ Hakları Merkezi’nden üç avukat, çeşitli kurumlardan gazeteciler, Gökkuşağı Aileleri Grubu’nun da aralarında bulunduğu sivil toplum kuruluşları temsilcileri, öğrenciler ve diplomatik misyon gözlemcilerinden oluşuyor. Danimarka, İngiltere, İsveç, İspanya ve Avrupa Birliği duruşmaya gözlemci göndermiş.

Avukatların Ön Talepleri

Avukatlar, esasa dair savunmaya geçilmeden önce aşağıdaki saiklerle iddianamenin iadesini; bu mümkün olmuyorsa derhal beraatlerini talep etti:

  • İddianamedeki delillerle sanıkların tek tek ilişkilendirilmemiş olması
  • Bir temel hak ve hürriyet olan barışçıl şekilde toplanma hakkının kullanılmış olmasının kendisinin yargılamaya konu olmuş olması
  • Yargılamaya mesnet teşkil eden noktalardan biri olan, Onur Yürüyüşü’nün yasaklanmış olduğu iddiasına dair dosyada herhangi bilgi veya belge bulunmaması

Hakim, davanın halihazırda açılmış olması nedeniyle iade ve beraat taleplerini reddetti. Sanık öğrencilerin savunmalarına geçildi.

Sanık Öğrencilerin Savunmaları

Mikrofondaki teknik aksaklığın giderilmesinin ardından, öğrenciler savunmalarına başladılar.

On dokuz sanığın savunmasının tamamında öne çıkan tema, polisin uyguladığı keyfi orantısız güç iddiaları oldu.

Kürsüye gelen öğrenciler, ODTÜ’deki Onur Yürüyüşü geleneğinin tarihsel arka planını ve valiliğin Kasım 2017’de yasaklama kararından itibaren gelişen hukuki süreci anlattılar. Yargılamaya konu olan etkinliğin bugüne kadar düzenlenen dokuzuncu yürüyüş olduğunu, Ankara Valiliği’nin yasaklama kararının haklı bir karar olmadığını, ikinci yasak kararınınsa zaten bir yasak olmadığını; bir iç yazışmadan ibaret olduğunu söylediler.  Yürüyüşün yasaklanmamış olduğuna dair hukuki nedenleri anlattıktan sonra 10 Mayıs günü yaşananları, onur yürüyüşünü niçin organize ettiklerini ve yürüyüşün ne ifade ettiğini anlattılar.

Sanık ODTÜ’lülerin hepsi duruşmada savunma yaptı. Savunmalarında polis müdahalesinin gerçekleştiği 10 Mayıs’ta neler yaşandığını anlattılar. Bazıları orada tesadüfen bulundukları için, bazıları da anayasal bir hak olan toplanma özgürlüğünü kullandıkları için gözaltına alındıklarını ifade ettiler.

Öğrencilerin polislerin Onur Yürüyüşü’ne müdahalesi hakkındaki eziyet ve kötü muamele iddiaları kayıtlara geçti.

Öğrencilerin savunmaları sırasında avukatlar da açıklık getirmek istedikleri noktalara dair onlara sorular sordular.

Avukatların Savunmaları

Avukatlar; Onur Yürüyüşü’nün yasak olup olmadığı hakkındaki yargı kararının Ankara 7. İdare Mahkemesine sorulmasını ve olay anlarına ait ham görüntül kayıtlarının kolluk tarafından mahkeme heyetine sunulmasını talep ettiler. Talepler kabul edildi.

Savunma makamı adına ilk söz alan İzmir Barosu LGBTİ+ Hakları Komisyonu üyesi Mahmut Şeren, polisin hem Onur Yürüyüşü gününde hem de duruşma günü aynı “3dk içinde dağılın” uyarısını yaparak aynı gerekçelerle barışçıl toplanma özgürlüğüne müdahale ettiğine dikkat çekti. Saatlerdir süren savunmalarda polisler hakkında farklı işkence iddialarının kayıtlara geçtiğini belirterek Şeren cezasızlık vurgusu yaptı:

 “İnsanların eşcinsel ve trans oldukları için şiddet gördükleri bir ülkede LGBTİ+'ların hak savunuculuğu çok kıymetlidir ve devlet tarafından korunmalıdır.”

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın barışçıl toplanma hakkını garanti altına aldığını belirttikten sonra ekledi:

“Eğer yetkililer illa ki bu yürüyüşü istemiyorlarsa, yapabilecekleri tek şey o yürüyüşe katılmamaktır.”

Şeren’den sonra söz alan Ankara Barosu LGBTİQ+ Hakları Merkezi Başkanı Av. Doç. Dr. Öykü Didem Aydın, öncelikle bir yasaklama kararının varlığının tespiti için valiliğe yazı yazılmasını mahkemeden talep etti.

ODTÜ rektörünün Ankara Barosu’nun görevlendirdiği bir avukat olarak kendisinin kampüse alınmaması talimatı verdiğini ve bu nedenle Prof. Dr. Verşan Kök hakkında suç duyurusunda bulunduğunu belirtti. Kolluk kuvvetlerinin sert müdahalesi için “sürek avı” benzetmesini yaptı.

Aydın’ın geniş bir çerçeveden hukuki ve kavramsal bir tartışma yürüterek gerçekleştirdiği savunmasının sonunda beraat talep etmesinin ardından, diğer avukatlar da beraat ile birlikte kolluk kuvvetleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep ettiler.

Karar

Mahkeme, (1) yargılamaya mesnet teşkil eden yasaklama kararının durumunun öğrenilmesi için idare mahkemesine 2019/893 esas sayılı dosyanın sorulmasına, (2) Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün ilgili birimlerinden “ODTÜ'de 10/05/2019 tarihinde gerçekleşen fiillere ilişkin görüntülerin tamamının” istenmesine, (3) bu görüntüler edinildikten sonra “tarafsız bilirkişi heyeti tarafından inceleme yaptırılması talebinin değerlendirilmesine” karar verdi.

Davanın 2. Duruşması 12 Mart 2020, saat 09:00’da görülecek

______________________________________________

The first hearing of the court case in which eighteen  METU (Middle East Technical University) students and a research assistant, who are charged with “unarmed participation in unlawful assembly or demonstrations and resisting despite warning,”  was held in Ankara 39th Criminal Court of First Instance on November 12, 2019.

Because the capacity (11 seats) of Ankara 39th Criminal Court of First Instance was not sufficient even for the number of the students on trial, the hearing was moved to the courtroom belonging to Ankara 15th Heavy Penal Court. Considering the five seats arranged for the tried, the new courtroom was not enough for 19 individuals either. 14 seats reserved for the observers were given to the tried.

Observers and suspects ended up sitting next to each other in a remarkably dense manner. The judge allowed the observers to watch the hearing on foot. From time to time, the observing students were seen to be watching the trial sitting on the surface of the courtroom.

Around thirty riot police officers were seen to be positioned in the court corridor.

Observers
Among some fifty individuals occupying the seats, representatives from a range of NGOs and diplomatic missions and students were present. Lawyers from Antalya BİZ Association, Ankara Bar Association LGBTIQ+ Rights Center; journalists and families from Rainbow Families group and delegates from UK, Denmark, Sweden, Spain and EU observed the hearing.

The hearing began at 09:00.

Initial Requests by Lawyers
Before they addressed the merits of the case, lawyers of students requested the indictment to be returned to the prosecution. If not accepted, they requested students’ immediate acquittal on the grounds below:

  • Pieces of evidence in the indictment were not individually associated with the tried students.
  • The fact that having exercised the right to peaceful assembly is the mere object matter of the criminal case.
  • There is no evidence in the case file regarding the argument that LGBTI+ Pride is banned, which is one of the main grounds of the prosecution.

The judge refused the requests on the basis that the court case had already been started.

Defenses of the Students on Trial
After a technical problem in the microphone was restored, students began their defense.

The common utterance in the statements of all 19 defendants was police’s arbitrary use of disproportionate force.

For 3 hours and 35 minutes, students on trial explicated the historical background of the tradition of METU Pride and the judicial process since Ankara Governorate’s blanket ban on all LGBTI+ events entered into force in November 2017. They stated that the event on trial was the ninth Pride until then and that the Ankara Governorate’s decision had not even been lawful. They also articulated that the second ban itself was not a ban, but rather an internal correspondence. After they explained the legal reasons on why Pride could not be considered as having been banned, they clarified why Pride was organized and what it means.

In the hearing of the criminal court case, where all 19 defendants presented their defense, what happened on May 10th were addressed by each defendant’s perspective. According to the accounts of the defendants who ended up under custody, some were just unfortunate to be at the wrong place at the wrong time; and some were “exercising their constitutional right to assembly.”

In the seven hours course of the hearing, students’ personal testimonies of torture and ill-treatment by the police were filed.

The defense lawyers asked them questions addressing the accusations and the police violence in order to clarify the points they were intending to make.

Lawyers’ Defense
Lawyers requested the court to ask Ankara 7th Administrative Court whether METU Pride had been banned and demand the visuals including raw footages of the incident to be presented to the court. The court accepted the requests.

Addressing the court first, lawyer Mahmut Şeren from İzmir Bar Association LGBTI+ Rights Commission noted that the police had interfered in the freedom of assembly as it did that day in front of the courthouse. Pointing out to the fact that the accounts of students including a range of different allegations of torture have been filed, Şeren put emphasis on impunity.

“In a country where people are exposed to violence because they are trans or homosexual, LGBTI+ community’s defense of human rights is enormously valuable and should be protected by the state,” Şeren said.

Reminding that the Constitutional Court and the Court of Cassation guarantees the right to peaceful assembly, Lawyer Şeren drew the line for the decision-makers:

“If officials strongly dislike this parade, the only thing they could do is not to attend it.”

The next defense lawyer Associate Professor Öykü Didem Aydın from Ankara Bar Association LGBTIQ+ Rights Center requested the court to firstly write an official letter to Ankara Governorate asking whether a proscriptive decision was existent.

Aydın uttered that they filed a criminal complaint about the METU Rector Prof. Dr. Verşan Kök because the rector had instructed not to let Aydın, as a lawyer tasked by Ankara Bar Association, in the campus. Aydın referred to “persistence hunting” as a metaphor for the heavy-handed police intervention.

Ensuing Lawyer Aydın’s request of acquittal at the end of their defense, other defense lawyers requested the court to file a criminal complaint about the law enforcement officers involved.

Decision
At the end of the first hearing, Ankara 39th Criminal Court of First Instance ruled to:

  1. Inquiring the case file 2019/893 from the administrative court in order to clarify the status of the proscriptive decision.
  2. Requesting “all the footages showing the acts that took place in METU on 10/05/2019” from the Security Directorate of Ankara.
  3. Reevaluating the request of the defense for the examination of the footages by a neutral panel of experts upon obtainment.

The next hearing of the case will be held on 12/03/2020 at 09:00.

 

2. Duruşma

[SCROLL DOWN FOR ENGLISH]

18 ODTÜ öğrencisi ve bir araştırma görevlisinin “kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçlamasıyla yargılandığı davanın 2. duruşması 12 Mart 2020’de Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

İzleyiciler

Duruşmayı Almanya, Belçika, Hollanda, Amerika Birleşik Devletleri, Yeni Zelanda ve İspanya diplomatik misyonlarının temsilcileri; KAOS-GL; Fransız basınından AFP, Alman basınından ARD izledi.

Yargılama

Yargılanan öğrenciler ve avukatları mahkeme salonunda yerlerini alırken, dört tanık akademisyen salon dışında hazır bulundu.

Tanık İnci Gökmen’in Beyanları

Tanıklar sırayla kürsüye çağırıldı. Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İnci Gökmen ilk olarak kürsüye geldi:

“Ben kimya bölümündeydim. Sesler duydum dışarı çıktım. Tam kafeteryaya karşıdır bizim kimya bölümü. Çünkü olay orada oluyor. Birtakım sesler var. Genelde ODTÜ’ye bu tür şeyler bir önceki yıl olduğunda polis bölümlere kadar girmemişti. Ama burada, çıktığımda her yerde polis gördüm. Bu hiç hoş bir şey değil. Çünkü orada normal hayat sürüyor. Dersler var, sınavlar var, öğrenciler var. Herkes var.

Çıktım. Öğrencilere ‘ne oluyor’ dedim. Daha önceki yılda da benzer bir yürüyüş olmuştu. O zaman ben aynı zamanda Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği Başkanıydım. Rektörle bir diyalog olabilmişti. Yani hangi çerçevede nerede eylem yapabileceklerine dair 2018 yılında bir şey çizilmişti.

Anlaşmaya göre öğrenciler, ortalıkta, yani ifade edilen yerde bu yürüyüşü yapabileceklerdi. O zaman bir sorun olmadı ama 2019 yılına geldiğimizde öyle bir diyalog da olmadı.

Sonuçta, bu şiddete dayanmayan, öğrencilerimizin hiçbirinin şiddet uygulamadığı bir yürüyüş. Eğer polis çocukların karşısına gelmemiş olsaydı; insanlar bir iki saat sözlerini ifade etmiş olacaklardı ve dağılacaklardı.”

Tanık Gökmen, polislerin bir süre sonra öğrencilerin “neden kapalı bir yerde toplanmadıklarını”, “neden kapalı bir yere gitmediklerini” sorduğunu ifade etti. Öğretim üyelerinin bunun üzerine öğrencilerin amfiye gitmelerinde yardımcı olduklarını ifade etti:

“Ancak ondan sonra polis ‘hemen çıksınlar, neden çıkmıyorlar’ deyince biz panik olduk. Çünkü, aksi takdirde polis oraya gidebilir ve orada bir panik olur, insanlar birbirlerini ezerler diye korktuk açıkçası.  Kısa bir süre sonra öğrenciler aralarında konuştular dışarı çıktılar. Ama, dışarı çıktıklarında iş daha bir şey oldu... Polis ‘evinize gidin’, dedi. Çocukların evi orası, yurdu orası. Nereye gidecekler? ‘Hocam biz burada yaşıyoruz’, dediler. Hatta kütüphanenin yakınında bu. Kütüphanenin içine gaz sıkıldı. Orada sınavı olan çocuklar ders çalışıyorlar.

Biz öğrencileri korumaya çalıştık açıkçası. Çünkü hiçbirinin ellerinde bir silahı yok. Gazı yok. Müthiş gaz yedik. Birkaç öğrencinin de göz altına alındığını da gördük. Hatta İnşaat Mühendisliği Bölümü önünde sınava girmek üzere olan bir öğrencinin de dövülerek gözaltına alındığını duyduk.

Bu tür şiddeti onaylamıyorum. İnsan olarak. Öğretim üyesi olarak. Hiç kimse buna layık değil. Bu kişiler ülkenin geleceğini oluşturacak kişiler. Ve anayasal ve yasal çerçeveler şeyinde bu tür şeyleri eylemleri, eğlenceleri, toplantıları yapabilmeliler. Geçmişte de yapıyorlardı. Yani orada polis olmasaydı bir iki saatte olacak bitecek bir olaydı. Her taraf çok kötü bir şekilde gaz ve sise bulandı.

Hatta, olay bittikten sonra arabamıza binip eve giderken camları açmak zorunda kaldık. Çünkü her yerimiz gaz kokuyordu.  Gerçekten bir polis şiddetine tanık oldum ben. Bundan çok üzüntü duyuyorum. Üniversitelerin özgür düşüncenin ifade edildiği, bu tür düşüncelerin ifade edilebildiği, bu tür eylemlerin yapılabildiği yerler olması lazım.

Üniversitemizde de geleneksel olarak şiddet içermeyen şeylere izin verilirdi. Polis çağrılmazdı hatta. Ama birkaç senedir üniversiteye polis çağrılıyor en ufak bir şeyde. Yani, çocuklarımızdan niye korkuyoruz?”

Hakim, tanık İnci Gökmen’e, “Daha önce bu yürüyüşün yapılması herhangi problem olmuş muydu?” sorusunu yöneltti. Gökmen yanıt verdi:

“Bir önceki sene, dediğim gibi, yine polis çağrıldı. Ama rektörlükle biz öğretim üyeleri bir diyalog kurabildik. Polisin o sözünü ettiğim alana girmesine izin verilmedi. Polis yolun dışarıda bekledi. Üniversitenin içindeydi yine. Ama dendi ki, öğrenciler bu alanda yürüyecekler. Öğrenciler de o alanda yürüdüler. Birkaç tanesi gitmeye çalıştı, yani o yöne doğru. Biz de onları engelledik. ‘Bakın burada polis var gitmeyin’, dedik. Ve olay bitti. Yani bir önceki sene böyle oldu.  Öğrencilerin bu şekilde gazla gözaltına alınması olmadı.”

Hakim, polis kuvvetlerinin ‘Dağılın’ uyarısında bulunup bulunmadığını, tanığın bunu duyup duymadığını, gözaltıların ne kadar süre içinde gerçekleştiğini sordu.

Tanık Gökmen yanıt verdi:

“Zamanı kestirmek kolay değil ama bu olay yaklaşık iki saate yayıldı. Yani polisin megafonla bir şeyini ben duymadım. Ama evinize gidin diyorlardı çocuklara. Çocuklar da diyorlardı ki, hocam bizim evimiz burası. Ben bu tür bir şey duydum. Öyle bir anons duymadım polisten açıkçası.”

Öğrencilerin avukatı Öykü Didem Aydın, tanığa “öğrencileri taşkınlık yaparken gördünüz mü?” sorusunu yöneltti.

Gökmen, “Hayır, görmedim.” dedikten sonra ekledi:

“Bir şenlik havasında geçiyordu zaten o etkinlikler. Bayraklar oluyordu. Dans ediliyor. Bir önceki yıl öyleydi. Biz de gittik çocukların coşkusuna katıldık. Bunu yapabilmek, bu ülkede güzel bir şey.”

Avukat Aydın ve hakim, Gökmen’e olay yerinde kaç saat boyunca bulunduklarını sordu.

Gökmen, 14:30’dan 17:00-18:00’e kadar orada olduğunu, polis çekildikten sonra ayrıldığını söyledi.

Gökmen, Avukat Aydın’ın “Kaç senedir Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ndesiniz?” sorusuna, 1968’deki öğrencilik yıllarından beri, doktoraya gittiği dönem dışında hep ODTÜ’de olduğu ve burada emekli olduğu cevabını verdi. 

Avukat Aydın tanık Gökmen’e “Bu kadar çok polisi Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde en son ne zaman gördünüz veya hiç gördünüz mü?” sorusunu yöneltti. Gökmen cevap verdi:

“Erdoğan üniversitemize geldiğinde de yine binlerce polis gelmişti ve yine gaz sıkılmıştı. Ondan önce, yine Cumhurbaşkanı geldiğinde olmuştu.”

Avukat Mahmut Şeren, sözlerine İnci Gökmen’in polis şiddetinden bahsettiğinin altını çizerek başladı. Tanığa “Polisin kampüse giriş şeklinin ve kampüste yaptıklarını o an protesto edilebilir bir şey olarak görüyor musunuz?” sorularını yöneltti.

Tanık Gökmen, üniversitelere polisin çağrılmasını anlamadığını ve bunu onaylamadığını söyledi:

Çünkü orada bir şiddet söz konusu değil. Öğrencilerin arasında bir şey olduğunda zaten biz hocaların haberi oluyor. Gidiyoruz, arabuluyoruz. Bunun dışında bir şiddet olmadı.

Üniversite demek, ülkenin geleceğini yetiştirmek demektir. Biz bu çocuklara güvenmek durumundayız. Bu gençleri korkuttuğumuzda ileride hiçbir şeye sesleri çıkmayacak. Böyle oluyor. Yapmayalım. Üniversite gençliğini, Türkiye’nin geleceğini susturursak sonra kim konuşacak? Konuşmamız, birtakım eylemler, şenlikler yapmamız çok normal. Üniversite sadece ders verilen yer değildir.”

Avukat Aydın, Gökmen’e olaylara tanıklık ederken bir kaygı duyup duymadığını sordu. Aldığı olumlu cevap üzerine, “sizde bu kaygıyı yaratan özneler öğrenciler miydi polis miydi?” diye sordu. Gökmen cevap verdi:

“Polisti. Kütüphanenin önünde bir öğretim üyesini bayağı hırpalayarak aldılar. ‘Ne yapıyorsunuz’ benzeri itiraz ediyordu. Bizim sesimizi çıkartamadığımız şekilde dile getirdi. Onu da apar topar götürdüler.”

Hakim, Gökmen’e, bu öğretim görevlisinin ismini sordu. Daha sonra Avukat Aydın’ın polisin karşılaşmaları esnasındaki davranışlarını ve sezgilerini sorması üzerine anlattı:

“Güç sezdim tabii ki. Ben güçlüyüm. Bana dediler ki, ismimle de hitap ettiler: ‘İnci Hoca, öğrencilerini topla’ türünden laflar ettiler. ‘Siz Öğretim Elemanları Derneği’nin başkanısınız. Siz söylerseniz öğrenciler dinler. Öğrenciye ben nasıl hükmedebilirim ki? Öğrenci doğruyu yanlışı görebilecek şeyde. Çocuk değil ki bunlar.”

Gökmen’in sözlerini bitirmesinin ardından, ikinci tanık Prof. Dr. Ali Gökmen söz aldı.

Tanık Ali Gökmen’in beyanları

Olay sırasında bölüm binasında bulunduğunu ifade eden Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Gökmen olay gününü anlattı:

“Kimya bölümünün önünde oldu aslında olay. Ben de bölümdeydim. Bayağı uzunca bir süre oradaydık. Bölümümüzden öğretim üyeleri de vardı. Çıktığımızda çok sayıda öğrenci ve polis vardı. Polis şeflerinin bir kısmını daha önceki ve bir yıl önceki olaylardan tanıyorum. “

Gökmen, öğrencilerden bir şiddet görmediğini, polisin öğrencileri dağıtmaya çalıştığını gördüğünü söyledi. Polisin, kendisinin iletişim kanalı oluşturma çabalarına rağmen “orada olmakta bayağı kararlı” olduğunu gördüğünü söyledi:

“Onlardan tanıdığım uzun boylu bir polis vardı. Sanırım şefleriydi. O daha sakindi. Şiddet taraftarı olmayan birisiydi. Ama yanında bir başka polis vardı. O çok katı davranıyordu öğrencilere.”

Yürüyüşü polisin engellenmesinden sonra öğrencilerin kendi aralarında konuşmak üzere oldukça büyük bir amfi olan Necdet Bulut amfisine geçmeyi talep ettiklerini ve polisin bunu kabul ettiğini söyledi. Aradan bir süre geçtikten sonra amfinin önüne polisin öğrencilerin dışarı çıkmasını istediğini söyledi:

“Bir süre sonra demeye başladılar: ‘Artık yeter. Çıksınlar. Yoksa biz gireceğiz, çıkaracağız.’ Ben bundan çok endişe ettim. Çünkü polisin oraya girmesi kalabalıkta yeni bir izdiham yaratabilirdi. ‘Tamam çıkacaklar’ derken, hakikaten orada çok korktum. Öğrenciler zarar görebilirdi. Korktuğumuz olmadı. Çıktı öğrenciler.”

Tanık Gökmen, polisin öğrencileri dağıtma girişimlerinin öğrenciler çıktıktan sonra da devam ettiğini ve öğrencilerin kütüphanenin önüne geldiğini söyledi. Bazı öğrencilerin atılan gaz nedeniyle kütüphaneden dışarı çıktıklarını söyledi:

“Kapalı mekanda gazın kullanılması hakikaten çok endişe vericiydi. Polis sürekli dağıtmaya çalışıyordu öğrenciler.”

Hakim, tanık Gökmen’e polisin megafonla herkesin duyabileceğini şekilde bir ‘Dağılın’ uyarısını duyup duymadığını sordu:

“Megafon var mıydı hatırlamıyorum. O sırada herhalde içeriye alınanlar da olmuş.”

Gökmen, daha sonra ODTÜ’deki atmosferi tarif etti:

“Bir şiddet olmadan öğrencinin kendini özgürce ifade edebileceği ve kişiliğinin geliştiği bir ortam yaratmaya çalıştık. Onu da başardık uzunca bir süre. Önceki Rektör Ahmet Acar zamanında bir ilke vardı. Onu hepimiz benimsemiştik. Demişti ki rektör, ‘Can güvenliğini tehdit etmedikçe, mala bir zarar vermedikçe ve akademik sistemi engellemedikçe; üniversitenin içinde özgürsünüz. Size bir kısıtlama getirmiyoruz. Buraya polisi çağırmayacağız.’ Biz hepimiz bu ilkeyi çok benimsedik. Ama bu yeni dönemde böyle olmadı. Polisin içeriye çağrılması bizim ilkelerimize çok ayrı bir şeydi. “

Avukat Aydın, önceki tanığa sorduğu “taşkınlık yapan öğrenci gördünüz mü?” sorusunu tanık Gökmen’e de sordu. Olumsuz bir cevap aldı.

Tanık Gökmen, polisin attığı gazın ölçeğini kendi arabasıyla örneklendirdi:

“Akşamleyin hava kararmıştı. İnci (eşi) ile birlikte arabamıza bindik, eve gidiyoruz. Acayip burnum yanıyor, bir şeyler oluyor, gözlerim yanmaya başladı arabanın içinde. Anladık ki üstümüze sinmiş bütün o gaz. Kapalı bir yer olduğu için araba dayanılmaz durumdaydı. Ama dışarıdayken fark etmemiştik bunu.”

Üçüncü tanık, Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi, Prof. Dr. Ayşe Nur Saktanber kürsüye geldi.

Tanık Ayşe Nur Saktanber’in beyanları

Prof. Dr Tanık Saktanber, önceki yıllardaki Onur Yürüyüşleri’nin ODTÜ’de kutlanılışının kısa tarihinden bahsettikten sonra 2019’da yaşananları anlattı:

“Polis lafını duyunca hocalar olarak toplanmaya başladık. Çocuklar da Çatı’nın önünde toplandılar. Öğleden sonraydı, 1:30 – 2:30 gibi. Olaylar 3’e doğruydu. Gayet barışçıl bir şekilde oturdular. Günün anlam ve önemini üzerine bir şey yaparken aradan bir sivil polis topluluktan bir öğrenciyi kollarından tutup kaldırıp götürdüler.”

Hakim, tanık Saktanber’e polisin sözlü uyarısını duyup duymadığını sordu.

“İhtar duymadık. Yavaş yavaş ilerleyelim dedik. Eski bir yönetici amirlik çalışanı ‘Hocam, çocukları alacaklar.’ dedi.

Bunlar çok barışçıl kuşaklar. Hiçbir şiddete başvurmuyorlar. Ben 74-75’te ODTÜ’deydim. Tüm kuşakları biliyorum. Kendim de dahil. Hakikaten çok barışçıl kuşaklar.”

Tanık Saktanber, polisin çok ciddi orantısız şiddet kullandığını ve öğrencilerin “tek bir kere şiddete başvurmadıklarını” vurguladı. Bu sırada panik atak krizi geçiren öğrenciler gördüğünü söyledi.

Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Barış Parkan kürsüye geldi.

Barış Parkan’ın beyanları

16 yıldır ODTÜ’de bulunduğunu ifade eden Doç. Dr. Barış Parkan polis şiddeti iddialarına ilişkin, “Öğrencileri duvara dayamış üstlerini arıyorlardı. O sırada bir öğrenciye şiddet uygulandığını gördüm. ‘Ayaklarını aç!’ derken tekme atarak, ayağını burkarak… bir kız öğrenciye yapıldığını gördüm.” İfadelerini kullandı. Bu müdahaleleri yapan polislere sözlü tepki gösterdiğini söyledi.

Dağılmaları için polis uyarırken bazı öğretim üyelerinin ‘Siz saldırmayın. Biz söyleyelim’ dediklerini hatırlıyorum.

Avukat Aydın, tanık Parkan’a “Müdahaleden önce bir gösteri yapılıyor muydu?” sorusunu yöneltti. Parkan cevap verdi:

“Bir yürüyüş yoktu. Bir slogan yoktu. Orada birileri ayakta birileri oturuyorlardı.”

Tanık beyanları sona erdi. Hakim, tanık beyanlarına karşı sözlerini almak üzere yargılanan öğrencileri sırayla kürsüye davet etti.

Yargılanan Öğrencilerin Beyanları

Melike İrem Balkan, polisin kendisini gözaltına alış şekline dikkat çekti:

“Benim gözaltımı görenler var. Benim gözaltımın hem yaka paça olduğunu hem de herhangi bir toplantı – gösteri yokken, herhangi şekilde slogan olmadığını söylediler. Buna tekrar dikkat çekmek istiyorum.“

Hakim, Balkan’a polisin ‘Dağılın’ uyarılarını duyup duymadığını sordu. Balkan cevap verdi:

“Zaten biz orada farklı gruplar şeklinde oturuyorken ve herhangi slogan atmıyorken, polis çok hızlı bir şekilde kendi bulunduğu yerden, yani rektörlüğün önünden, bizim bulunduğumuz yere yaklaştı. O sırada, biz daha ihtarı duyamadan ben gözaltına alındım.”

Yargılanan öğrencilerden Özgür Gür kürsüye geldi. Hakim, polisin sözlü uyarısını duyup duymadığını sordu. Gür cevap verdi:

“Duymadım. Şunu çok net hatırlıyorum: Sadece biber gazını gördüm ve plastik mermi seslerini duydum.”

Daha sonra söz alan öğrenci “Polisin ‘Dağılın’ uyarısını duymadık ama arkadaşların ‘Dağılıyoruz’ uyarısını duydum.” dedi.

İfade veren öğrencilerden biri, ilk gözaltılardan sonra öğrencilerin bir kısmını toplanıp polis şiddetini protestosunun, polisin müdahalesinin “öğrenciler eylemlilik halinde değilken, çimlerde oturuyor veya dağınık halde bulunuyorken aniden ve şiddetle” gerçekleşmesi nedeniyle yapıldığını söyledi. Kendi gözaltına alınışına ilişkin de konuştu:

“Duvara dayama ve bacaklarına vurma gibi müdahaleler oldu. Bunlardan birini ben de yaşadım. Üçlü Amfi’den kütüphaneye inen merdivenlerde gözaltına alındım ve çalılara yaslandıktan sonra öncelikle bacak içlerime vuruldu. Üzerim aranırken kelepçe, benim direncim olmamasına rağmen, doğru takılmadığı için düştü. Bu sebeple ben darp edilmeye devam edildim. Şiddet polis aracına gidene kadar sürdü.”

Avukatların Savunmaları

Savunma makamı adına ilk söz alan avukat Öykü Didem Aydın oldu. Aydın, tanık beyanlarının birbirleriyle uyumlu olduğunu söyleyerek sözlerine başladı. Ayrıca; müdahalenin gelişimine ilişkin polisin kayıt altına aldığı tutanak ile tanık beyanlarının mahkemece karşılaştırılması ve polis tutanağının gerçeğe aykırı olarak düzenlendiğinin görülmesi gerektiğini ifade etti:

“Kütüphaneye ve polisin sıkıştırmasıyla anfiye toplananlara ‘ben gaz sıkacaktım. Kütüphaneye de gaz sıktım’ demiyor tutanakta. Kütüphanenin içine, kapalı alana biber gazı sıkmışlar. Öğrenciler buradan öksürerek çıkmışlar. Bu uygulamayı yapan bir kolluk kuvveti var. Bu uygulamayı yaptığını tutanağa geçmiyor. O tutanağın hem tanık beyanlarıyla hem video görüntüleriyle baştan aşağı gerçeğe aykırı olduğunu gösteriyor. Polisin müdahalesinden önce bir gösteri yok.”

Avukat Aydın, polisin öğrencilere sert fiziksel müdahalesini gösteren video görüntülerini hakim ve salondakilere gösterdi. Görüntülerin tanık beyanlarıyla uyumlu olmasından hareketle, tanık beyanlarına katıldığını söyledi.

Aydın, dava dosyasında yer alan İngilizce belgelerin bilirkişi tarafından çevrilmesini talep etti, mahkemeye kendi çevirilerini, ulusal ve uluslararası norm, belge ve açıklamalar ile konu hakkındaki Yargıtay kararlarını sundu.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliği’nin beş özel röportörünün ODTÜ Onur Yürüyüşü davası ve Türkiye’deki LGBTİ+ haklarıyla alakalı Türkiye Cumhuriyeti’ne yazdığı mektubun Türkçeye çevrilmesini talep etti. Mektupta keyfi gözaltı ve ayrımcılıktan söz ediliyor. 

Aydın, dava dosyasında yer alan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliği’nin ODTÜ Onur Yürüyüşü davası ve Türkiye’deki LGBTİ+ haklarıyla alakalı Türkiye Cumhuriyeti’ne yazdığı mektubun İngilizce’den Türkçe’ye çevrilmesini talep etti. Mektupta keyfi gözaltılar ve ayrımcılıktan bahsedildiğini vurguladı.

Aydın’dan sonra söz alan Av. Mahmut Şenel, bilirkişi raporundaki görüntülerde gözaltı anlarının çoğunluğunun mevcut olmadığını belirtti. Ancak bu görüntülerde bile bazı öğrencilere bir yandan “Dağılın” uyarısı yapıldığını bir yandan da öğrencilere plastik mermi ile ateş etmeye devam edildiğinin, gözaltının bu koşullar altında gerçekleştiğinin görüldüğünü söyledi. Ayrıca, bilirkişi raporunun başka bir heyete verilmesinin daha doğru olacağı kanaatinde olduğunu söyledi:

“Aslında bir algı operasyonu yapmaya çalışıyor bilirkişiler. Öğretim görevlileri sanki öğrencileri yatıştırmaya çalışıyorlarmış, öğrenciler de taşkınlık halindeymiş gibi yazılmış. Ancak bunun böyle olmadığını öğretim görevlilerinden dinledik. Tam tersine polisin öğrencilere şiddet uyguladıkları ve öğretim görevlilerinin olanlardan kaygılandıkları için öğrencileri koruma refleksi ile hareket ettikleri görülmektedir.”

Avukat Şenel kısa süre önce BM Evrensel Periyodik İnceleme Mekanizması’nın toplantısında hükümete “LGBTI+’ların toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılamadığı, müdahaleye ve yargısal tacize maruz bırakıldıkları” yönünde sorular sorulduğunu söyledi.

Şenel, Emniyet’te bulunan olay anı görüntülerine ilişkin şunları söyledi:

“Emniyet’in görüntüleri göndermesi ile ilgili siz çok açık bir ara karar kurdunuz. Ne istediğiniz çok belliydi. Bunun sehven yapıldığını ummak isterim ama fezlekeyi bu şekilde taraflı ve tanık beyanlarının tam tersine hazırlayan Emniyet’in bunu sehven yaptığını düşünmüyorum.”

Tüm avukatlar öğrencilerin beraatını talep etti.

Ara karar

Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi ara kararında; Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden ham ve montajsız görüntülerin tekrar istenmesine, kolluk görevlilerinin öğrencilere dağılmaları yönünde uyarıda bulunup bulunmadıkları, bunun ardından bekleyip beklemediklerinin tespiti için görüntülerin tamamının yeniden bilirkişi heyetine verilmesine karar verdi.

Davanın 3. duruşması 10 Temmuz 2020’de görülecek.

________________________________________________________________

The second hearing of the court case in which eighteen  METU (Middle East Technical University) students and a research assistant, who are charged with “unarmed participation in unlawful assembly or demonstrations and resisting despite warning,”  was held in Ankara 39th Criminal Court of First Instance on March 12, 2020.

Observers
In addition to KAOS-GL, AFP and ARD; the hearing was observed by the diplomatic missions from Germany, Belgium, the Netherlands, USA, New Zealand and Spain.

Trial
As the students on trial and their lawyers took their seats in the courtroom, 4 academics as witnesses stood ready in the court corridor.

Testimonies of Witness Prof. Dr. İnci Gökmen
Witnesses have been consecutively summoned to testify. The first witness Prof. Dr. İnci Gökmen from the Department of Chemistry testified as follows:

“I was in the Chemistry Department. I left the building after I heard the noise. Our building of chemistry is located right across the cafeteria where the incident happened. There were some voices. When such instances occur in METU, as was the case last year, the police didn’t come near to the departments as such. But there, when I left the building, I saw police officers everywhere. This is no such good thing because there was an ongoing normal life. There are classes, exams, students; everyone…

Leaving the building, I asked the students ‘What’s happening?’ There had been a similar parade in the previous year. At the time, I was presiding the Middle East Academics Association. A dialogue with the rector was made possible. I mean, a frame defining where students can gather to protest was drawn in 2018.

According to the agreement, students would be allowed to carry out this parade in the middle part, the aforementioned area. No problem occurred at the time [in 2018] but in 2019 no such dialogue happened.

At the end of the day, this is a march in which none of our students resorted to violence, relying on no form of violence. If the police hadn’t confronted the children, people would have expressed their word and be ultimately dispersed.”

Witness Gökmen said that after a while, police asked, “why students are not gathering in an enclosed place” and “why they are not going to an enclosed place.” She added that later the academics helped the students to go the lecture hall:

“Yet, we were panicked after the police said, ‘they must leave there immediately, why are they not leaving?’. Because; otherwise, police could have gone there, creating panic and we were obviously concerned of the prospect of a stampede. Soon afterwards, students negotiated with each other and went out. Yet, something else happened after they left.

Police asked them to go home. But there [the campus] was their home and place to stay. Where could they go? Students said [to academics] that they [already] live here.

Interior of the library was gassed where students with upcoming exams were studying.

To tell the truth, we were intending to protect the students. Because none had any weapons. Neither did they have gas. We were exposed to an incredible amount of [pepper] gas. We even heard that a student who was about to take an exam was detained while having beaten.

I don’t approve such a form of violence. As a human. As an academic. Nobody deserves this. These individuals are going to be forming the future of this country. They must be allowed to hold such events, feasts and assemblies which they are entitled to under constitutional and legal provisions. And they did so in the past. I mean, if there had been no such police presence, it would have been finished in a couple of hours. Everywhere was full of gas and fog.

Moreover, we had to keep all the windows of our car open in the way back home after everything was over. Because our clothes were stinking [pepper] gas.

I had witnessed was a real form of police violence. I am deeply sorry about that. Universities should be places where such events can be organized, and thoughts freely expressed.

Traditionally, such events without violence are allowed in our university. Police was not even called upon [for intervention]. However, in the last couple of years, police is being called for the slightest thing. I mean, why are we afraid of our children?”

Judge asked Gökmen: “Had there ever been a problem in the previous years in the conduct of this parade?”

Gökmen answered:

“The year before, as I said, police were called. But we, the academics, had managed to establish a dialogue with the rectorate. Police were not allowed to enter the area I mentioned, but remained outside of the way, though still were in the campus.

It was said that the students would march on this area. Students did march on that area. Few attempted to go, I mean to that direction [where the police were located]. We prevented them, warning ‘Look. There are police over here. Don’t go.’ The tension was over. So, that’s how it happened the previous year. Students were not detained under gas as such.”

Judge then asked if police forces had given a dispersal order, if the witness had heard it and asked how long it had taken to detain those people.

Gökmen explained:

“It’s not easy to be exact on the time but this incidence happened within two hours. In fact, I didn’t hear [an announce with] a megaphone from the police. But they [police] were instructing the children to go. The children were saying though, ‘Professor, here is our home.’ This was the kind of thing I heard. But surely, I didn’t hear such an announcement.”

The students’ defense lawyer Öykü Didem Aydın asked the witness “Have you seen the students resorting to any act of excess?”

Witness Gökmen replied, “No, I didn’t.” And added:

“These events were taking place in an atmosphere of a festival. There were flags, people dancing. It was as such the previous year. We too had joined the vigor of the children. To be able to do this… is a good thing in this country.”

Lawyer Aydın and the Judge asked Gökmen how many hours she had been in the scene.

Gökmen said she had been there from 14:30 up to around 17:00–18:00, leaving the scene after the police had departed from the campus.

Witness Gökmen, asked by Lawyer Aydın for how many years has she been in Middle East Technical University, explained that she has been in METU ever since she was a student in 1968, except the period in which she was doing her PhD.

Lawyer Aydın asked Gökmen: “When was the last time you have seen such an amount of police officers present in the METU campus? Or have you ever seen that?”  

Gökmen replied:

“When Erdoğan had come to our campus, there were also thousands of police officers who used tear gas. Before that, it had also happened [another time] when Erdoğan came.”

Defense lawyer Mahmut Şeren began their words by stressing İnci Gökmen’s testimonies of police violence. They asked the witness: “Do you consider the way police entered the campus and its deeds in the campus as something to be possibly protested?”

Witness Gökmen articulated that she does not understand calling police to universities and she does not approve this:

“Because there was no presence of violence. When something happens among students, we the academics are informed. We go there and reconcile. Beyond this, there happened no violence.

University means to raise the future generation. We are supposed to trust these children. Scaring will turn them apathetic. That’s how it happens. Let us not do this. Who is going to speak? If we silence the university youth, the future of Turkey… It’s very usual to speak up, to do some demonstrations, festivals. University is not a place where only lectures are given.”

Lawyer Aydın asked Gökmen if she had a feeling of disquiet witnessing the event. Upon Gökmen’s positive response, Aydın asked “Who was the subject creating this feeling? Students or the police?” and Gökmen replied:

“It was the police. They brutally detained a research assistant in front of the library. He was just objecting like ‘What are you doing?’. He just put it in the way that we couldn’t dare. He was also hastily taken away.”

Judge asked Gökmen the name of the research assistant. Having asked by Lawyer Aydın about her perceptions and feelings in the face of their encounter with police forces’ acts, she replied:

“I certainly perceived power: ‘I am powerful.’  They uttered words like, also mentioning my name, “Professor İnci, gather your students! You are the president of the academics’ association. They will listen if you say it.’ How can I possibly dominate them? Students have the capacity to know right from wrong. They are no kids.”

Finishing her testimony, Professor Gökmen left the courtroom. The second witness Prof. Dr. Ali Gökmen was summoned.

Testimonies of Witness Prof. Dr. Ali Gökmen
Testifying his presence at the time of the incidence, Department of Chemistry academic Prof. Dr. Ali Gökmen explained the day of the incidence.

“The incident actually happened in front of the Department of Chemistry. I was in the building for a considerably long time. There were also academics from our department. When we went out, there were a number of students and the police. I recognized some of the police captains from the previous events and the events last year.”

Gökmen said he didn’t witness violence by students and that the police were trying to disperse them. Despite his efforts of setting up a channel of communication, he said, the police were “determined to be there.”

“Among them, there was a tall police officer whom I had known [before]. He was calmer. I guess he was their captain. Yet, there was another police officer next to him. He was treating the students extremely harshly.”

Witness Gökmen expounded that the police, having hindered the parade, accepted students’ request to move to Necdet Bulut Lecture Hall for having a talk among them. However, after a while, police asked students to leave the lecture hall:

“Later, they began saying ‘Enough. They must leave [the lecture hall]. If not, we will enter and get them out.’ I was worried of this. Because entry of the police into there could create a new stampede. Intervening like ‘Ok. They are going to leave…’, I was truly frightened there. Students could have been hurt. What we were afraid of did not happen. Students got out.”

Witness Gökmen pointed out that police forces’ attempts to disperse continued even after students left the lecture hall, resulting in students’ gathering in front of the library. He said some students evacuated library building because of the tear gas:

“Use of the gas indoors was really worrisome. The police kept trying to disperse the students.”

Judge asked Gökmen whether he heard the police warning the students by megaphones to disperse.

Gökmen said, “I don’t remember if there was megaphone. I guess some were detained there.” He went on describing METU’s campus culture:

“We were trying to create an environment where a student could develop their personality and freely express thoughts without the presence of violence. We managed to realize it for a long time. At the time of the former rector Ahmet Acar, there used to be a principle. We all had adopted it. The rector had said:

‘Every one of you is free within this campus; unless you threaten the life safety, vandalize and hinder the academic system. We are not imposing any restriction on you. We will not call the police here.’

But in this new term, it was not the case. Calling the police in was something that dramatically countered our principles.”

Lawyer Aydın asked witness Gökmen if he saw any student engaging in a violent activity. Gökmen said he didn’t.

Witness Gökmen exemplified the scale of the tear gas used at the campus:

“It was getting dark to the evening. With İnci [his wife], we got on our car, going home. I had an incredible sensation of burning in my nose and eyes. We discerned that the gas permeated through our clothes. Because it was an indoor setting, the car was intolerable. We hadn’t figured this out before.”

Testimonies of Prof. Dr. Ayşe Nur Saktanber
Having presented a short history of Pride in METU, Witness Saktanber explained what happened when they learned that the police were to intervene in 2019 Pride:

“Hearing the word of police, we, academics, began gathering. The children also began gathering in front of Çatı [café]. It was afternoon, around 13:30–14:30. Events began towards 15:00. They [students] peacefully sat in. As students were doing something about the meaning of and significance of the day, a plainclothes police officer grabbed a student in the arms and forcefully took them away.”

Judge asked Saktanber if she heard the police’s verbal warning to the students.

“We didn’t hear a warning. We said let’s move slowly. A former governing authority officer said: ‘Professor, they will take the children.’

These are very peaceful generations. They resort to no form of violence. I was in METU in 1974-75. I know all the generations, including mine. They genuinely are peaceful generations.”

Witness Saktanber stated that the police were disproportionately violent while students “did not resort to violence even once.” She also noted that she saw some students having panic attacks.

Testimonies of Prof. Dr. Barış Parkan
The last witness Prof. Dr. Barış Parkan from the Department of Philosophy came to testify.

Noting her presence at METU for 16 years, she touched on the police violence allegations and said that she verbally reacted to the police officers committing these acts of violence:

“They [police] were searching the students they forced to stand against a wall. At that moment, I saw a student being subjected to violence. [The police officer was] shouting ‘Open your legs!’, kicking and twisting her legs.

I remember the police telling the students to disperse while academics were saying ‘Don’t attack, let us speak to them.’”

Lawyer Aydın asked witness Parkan, “Was there an ongoing demonstration before the intervention?” Parkan replied:

“There was no marching. Not a single slogan. Some were afoot. Some were standing.”

Concluding the interrogation of the witnesses, Judge summoned the students on trial to give their statements regarding the witness testimonies.

Statements of the Students on Trial
Melike İrem Balkan pointed out to how she was detained:

“There are eyewitnesses to my detention. They said it was forceful and conducted despite the absence of any form of a slogan or demonstration. I would like to draw attention to that.”

Judge asked Balkan whether she heard the police warning people to disperse.

Balkan replied:

“As we were sitting there as separate groups, police rapidly approached us from in the front of the Rectorate. I got arrested at that point before we could hear the warning.”

Özgür Gür came to the stand. On the question about police’s verbal warning to disperse, Gür said:

“I didn’t hear it. What I vividly remember is that I just saw the pepper gas and heard the sounds of the rubber bullets fired.”

The next student giving statement said, “We did not hear the ‘Disperse’ warning. But I heard friends’ warnings like ‘We are dispersing.’”

Another student who had been detained in the parade said, following the first detentions, some of the students protested the police intervention because the intervention took place “suddenly and violently when students were not demonstrating but sitting on the grass or in an already dispersed setting.”

The student also spoke about their own detention:

“There were such interventions as pushing to the wall and kicking legs. I was also exposed to one. I was detained in the stairs from the Triple Amphitheatre. After I was pushed to the bushes, I was hit between my legs. Without my resistance, the handcuffs dropped as they were searching me. In other words, it dropped because they didn’t do it properly. They kept beating me because of this. Violence didn’t stop until we went to the police car.”

Lawyers’ Defenses
The first lawyer to speak in the name of the defense was Öykü Didem Aydın who began with pointing to the coherence of witnesses’ testimonies.

In order to show that the police records kept in defiance of the facts, Lawyer Aydın requested the judge to compare the crime scene reports by the police with testimonies of the witnesses:

“[Police] doesn’t say ‘We were just going to [tear] gas them. We [tear] gassed the library, too.’ They used tear gas inside the library, an enclosed place. Students went out of the building coughing.

Here we have a law enforcement agency performing such an act while not recording their acts in the report.

It is shown that the police report is contrary to the facts, proven by witness testimonies and video footages. There was no demonstration before the police intervention.”

Lawyer Aydın showed the Judge and observers the footage which illustrates police’s violent physical intervention in the students. Aydın stated that they agreed with the statements of witnesses because footages were in coherence with witness testimonies.

Aydın requested the English documents in the case file to be translated by an expert and submitted their own translation as well as relevant national and international documents and jurisdictions of the Court of Cassation.

Lawyer Aydın requested the letter written by 5 rapporteurs of the UN Human Rights Council on the criminal case of METU Pride and the LGBTI+ Rights in Turkey to be translated into Turkish. The letter notes arbitrary detentions and discrimination.

Lawyer Mahmut Şeren remarked that the visuals in the expert report does not contain many of the moments of detentions. They also argued that, even in these visuals, police were giving dispersal orders and at the same time detaining the students, simultaneously kept on firing rubber bullets. They also argued that the visuals should be delivered to another panel of experts:

“In fact, experts are trying to conduct a perception management. It [the expert report on the visuals] was written in a way that portrays the academics trying to appease the students while the latter were engaging in violent acts.

Yet, we all have listened to the incidence from the witnesses. On the contrary, it is police who resorted to violence. It could be seen that the academics were worried about what was happening and they dealt with the situation with the intention of protecting the students.”

Lawyer Şenel said that recently in UN’s Universal Periodic Review’s meeting, the government [of Turkey] received questions about the fact that “LGBTI+ can’t use their right to peaceful assembly, and they are exposed to interventions and judicial harassment.”

As to the error in the expert report on the visuals, Şenel addressed the footages which are kept by the police:

“You [Judge] have given clear interim decisions to get the police deliver the visuals to the court. What you intended was clear. I wish to expect this was done by mistake but I don’t think so because the report was biased and produced quite in contradiction with the witness testimonies.”

All lawyers requested acquittal of the students on trial.

Interim Decision

Ankara 39th Criminal Court of First instance ruled to the following:

  1. The raw and unedited version of the visuals from the day of the incidence to be requested again from the Security Directorate of Ankara.
  2. Delivery of the visuals to the panel of experts for determining whether police warned the students to disperse and gave them adequate time to disperse afterwards.

The third hearing will be held on July 10th, 2020.

3. Duruşma

Davanın 4. duruşması 10 Aralık 2020 saat 09:00'a ertelendi

4. Duruşma

ODTÜ mezunu ve öğrencisi 18 kişi ile bir akademisyenin yargılandığı davanın 4. duruşması Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 10 Aralık 2020’de görüldü. Duruşmada hakimin yanında savcı da hazır bulundu.

Pandemi önlemleri nedeniyle duruşma başlangıcında salona altı izleyici girebildi.

Ankara’da, 9. ODTÜ Onur Yürüyüşü’nün gerçekleştiği gün kampüste olup bitenleri içeren video kayıtları hakkındaki bilirkişi raporunun hazırlanıp dosyaya girdiği, hakim tarafından tutanaklara geçirildi. Mahkeme raporu ilk kez 12 Kasım 2019’da talep etti.

Üçüncü duruşma ile dördüncü duruşma arasında öğrencilerin avukatlarından Öykü Didem Aydın’ın yürüyüşün yasaklanıp yasaklanmadığının teyidi adına Ankara 7. İdare Mahkemesi’ne müzekkere yazılması talebinin yanlışlıkla 17. İdare Mahkemesi’ne yazıldığı hakim tarafından ifade edildi.

Hakim, avukatların ve beyanda bulunacak hak sahiplerinin sayısı nedeniyle beyanların SEGBİS sistemiyle kaydedilip UYAP sistemine girilmesi yönünde bir ara karar verdi.

Tanık Beyanı

10 Mayıs 2019’da 9. ODTÜ Onur Yürüyüşü’nü izleyen üç Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) Türkiye Şubesi gözlemcisinden biri olan Tarık Beyhan, tanık olarak duruşma salonuna çağrıldı. Hakimin “Olay günü ne gördünüz?” sorusunu yöneltmesi üzerine Beyhan gördüklerini anlattı:

“O gün gerçekleşecek etkinliğin hukuka aykırı şekilde engellenme ihtimalini gördük. ODTÜ Rektörlüğü’nün hukuksuz yasağı nedeniyle rektörlük ile yazışmalar yaptık, aradık, Cevap alamayınca hak ihlali olabileceğini düşünerek gözlem yapmak üzere olay günü kampüse geldik. Geldiğimizde ortam sakindi, birkaç öğrenci çimlerde oturmuş bir şeyler hazırlıyordu. Polis gelip “burada oturamazsınız” dedi. Ayrıca “Bayrak açamazsınız” dendi. Öğrenciler de “Açmayalım” dediler. Öğrenciler oturamamalarının nedenini sordu. Neden belirtilmeyince “Peki” diyerek dağıldılar. Bir kısmı başka yeşil alana geçip oturdu. Polis bu sefer diğer alana gelip hem yeşil alandakilere hem de daha sonra adının çatı olduğunu öğrendiğim yakındaki kafede oturanlara dağılmalarını söyledi. İnsanlar çimlerde oturuyorlardı. Herhangi eylem ortamı yoktu. Hem kafedekilere hem yeşil alanda oturanlara “burada oturamazsınız dağılın” dendi. Kafenin yanındaki ağaçlı alandaydık. Kafede oturan biri “Neden oturamıyorum?” dedi. Polis bunu soran kişiyi itti. Ardından bu kişi ayağa kalkınca tekmeledi. İlk darp olayını burada gördüm. Bir üniversitenin kafesinde oturanlara müdahale edildi. Ortada bir protesto falan da yoktu. Üniversitede öğrencilerin normalde yapacağı gibi oturuyorlardı.  Ve ardından biber gazları plastik mermiler havada uçuştu. Öğrenciler yerlerde sürüklendi. Olayları giderek uzaklaşan bir mesafeden izledik. Gözlemleyebildiğim tek şey şu oldu: Bir üniversitede normal bir davranış olan ‘oturma’ fiilini gerçekleştiren öğrenciler müdahaleye maruz kaldılar.”

Tanık Beyhan’a yaklaşık saat kaç gibi etkinlik alanına geldiği soruldu. Beyhan, anlatmaya devam etti:

“Sanırım 14.00-15.00 civarı giriş yaptım. Çok az insan vardı. Kağıtlarla uğraşıyorlardı, boyama falan yapıyorlardı.”

UAÖ gözlemcisi Beyhan polis şiddetinin yaşandığı anlardan tanık olduklarının altını çizdi. Yüzünü tespit etmesinin mümkün olmadığını ifade ettiği bir öğrencinin darp anlarını anlattı:

“Polis oturan kişiyi itti. O kişi kalktı. O kişi kalktıktan sonra polis tekme attı. Öğrenciler ağaçlara itildi. Ters kelepçelenenler gördüm.”

Hakim, daha önce savunma makamı tarafından mahkemeye bildirilen tanıkların akıbetini sordu.

Öğrencilerin avukatlarından Mahmut Şeren mahkemeye gelmeyen tanıkların kronik rahatsızlıkları nedeniyle, pandemi koşulları altında mahkemeye gelmelerinin mümkün olmadığını söyledi.

Avukat Öykü Didem Aydın’ın İlk Beyanları

Savunma adına söz alan avukat Aydın, mahkemeye sundukları beyanlar arasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne verdiği cevapları içeren rapora dikkat çekti.

Aydın’ın raporun öneminin polisin amiri konumunda bulunan hükümetin beyanlarını içermesinden ileri geldiğini ifade etti. Mahkeme heyetine ilettiği raporun bilirkişi marifetiyle çevrilerek mahkemenin bilgi ve değerlendirilmesine sunulmasını talep etti. Metnin kendi yaptığı yazılı çevirisini de de mahkemeye sundu.

Avukat Aydın, mahkemenin maddi gerçeği araştırma yükümlülüğü çerçevesinde; olay anına ilişkin görüntülerde, polisin sözlü uyarısıyla müdahale arasında kaç saniye bulunduğunun delil olarak değerlendirilmesini talep etti. Aydın, görüntüler üzerinden düzenlenen bilirkişi raporunda saniyelerin dikkate alınmadığını söyledi.  Polis uyarısıyla müdahalesi arasında 20-25 saniyelik bir vakit olduğunu vurguladı.

Ankara Adliyesi’nde Boşta Duruşma Salonu Yok

Avukatın beyanlarının ardından, duruşma salonunda yargılanan öğrenciler, avukatlar ve sanıklar dahil toplam 27 kişinin bulunduğu kayıtlara geçti. Hakim savunma avukatlarının daha geniş bir salon bulunması talebinin Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Adalet Komisyonu tarafından boşta salon bulunmaması nedeniyle reddedildiğini ilan etti.

Polisin İlk Dağılma Uyarısıyla İlk Müdahalesi Arasında 19 Saniye Var

Avukat Aydın kendi tespitlerine göre ilk polis uyarısıyla ilk gözaltı arasında 19 saniye fark olduğunu söyledi, “Polis ikazıyla müdahalesi arasında 19 saniye fark var. Takdir edersiniz ki polis bu gibi gösterilerde ortamı kuşatmış oluyor. Polisin çevirdiği daire içinden öğrencilerimizin çıkması gerekiyordu. Fakat onlar hareketlenmeye başladıklarında nereye gideceklerdi? Bu daireyi nasıl yarıp gideceklerdi?”

Avukat Aydın yargılanan öğrencilerden birine dönerek sordu:

“Melike, siz polisin anonsunu takiben kaç adım atabildiniz? Uzaklaşabildiniz mi?”

“Bulunduğum konumda polisi duymam mümkün değildi.  Polisin anonsunu daha duyamadan gözaltına alınmıştım.”

“Bu anons nereye gitmemiz gerektiğini söylüyor muydu?”

“Polisin anonsu bitmeden gözaltına alındım. Polise arkam dönüktü. Görebilecek durumda değildim.

Polis Müdahalesi ve Bilirkişi Raporu Üzerine Beyanlar

Avukat Aydın Türkiye Hükümeti’nin BM İnsan Hakları Komiserliği’ne verdiği cevapta LGBTİQ+ haklarının insan haklarının diğer alanlarının korunmasından bir farkının olmadığının ifade edildiğini hatırlattı.

Bunu bizim hükümetimiz de kabul etmiş ki BM’ye açıklıyor. Ve ayrımcılık yasağının korumasından LGBTQ+ özneler faydalanıyorlar. Bu özneler, ayrımcılık yasağına dikkat çekmek, biz de varız demek ve tartışma açmak için etkinlik düzenlemelerinden daha doğal hiçbir şey yok. Soru şu: öğrenciler üniversitede bu toplantıyı düzenleyebilirler mi?

Düzenlemek için ne yapmak lazım? Yasaklanması kamu düzenini bozmaya elverişli, açık ve yakın tehlike doğurabilecek bir toplantıysa, Valiliğin bunu önceden yasaklamış olması gerekiyordu.”

Avukat Aydın, öğrencilerin Onur Yürüyüşü’nü herhangi yasak kararı olmadığı düşüncesiyle 10 Mayıs 2019’da yapmaya karar verdiklerini söyledi. Yürüyüşün yasak olup olmaması durumuna dair mahkeme kararlarını anlattı. Bölge İdare Mahkemesi’nin Valiliğin daha önceki yasak kararını, kararın “çok muğlak” ve “süresiz” nitelikli olması gerekçeleriyle iptal edildiğini, kararın neredeyse tüm LGBTİQ+’ların toplantılarına yasaklayabilecek şekilde yorumlanabilecek nitelikte olduğunu vurguladı.

“Bu yasak yok. Öğrencilerimiz barışçıl bir toplantıyı düzenleyebileceklerin düşünmüşler. Üniversiteye polis çağırması yüzünden polis geliyor. Bu toplantıya yönelik herhangi yasak yok. Rektörlüğün işgüzarlığı, böyle bir yasağa dayanarak onlarca yüzlerce polis otobüs otobüs kampüsü işgal ediyor.”

Avukat Aydın; yürüyüş günü olup bitenleri, yasak kararına ilişkin yargı kararları ve hükümetin daha sonra yaşananlara ilişkin BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne ilettiği beyanları birlikte yorumladı:

“Bu doküman o kadar önemli bir doküman ki hükümet şunu kabul ediyor: ‘Yahu bizim Valiliğimizin ODTÜ’deki Onur Yürüyüşü’nü yasaklama kararı yok ki’ diyor. Bunu diyor, ‘Rektör yasaklamış’ diyor. ‘Biz yasaklamadık, polisi Rektör çağırmış diyor. T.C. kanunlarına göre polisin kampüse girememesi gerekir’ diyor. ‘Ama rektör çağırdığına göre…’ diyor. Polisi Rektör’e atıyor.”

“ODTÜ Aşağı Yukarı 50 Hektar Bir Alandır”

Avukat Aydın, üniversitenin özel güvenlik görevlilerinin öğrencilerden, polisin gelecek olması gerekçesiyle, kurulan iki çadırı kaldırmalarını istediklerini söyledi:

“Polis de gelip ‘kalkın gidin buradan’ deyince kalkıyor gidiyorlar Çatı Kafeye doğru, kısmen başka istikamete doğru. Benim görev yaptığım Hacettepe Üniversitesi 53 hektar. ODTÜ de aşağı yukarı 50 hektar bir alandır. Bunun bir, bir buçuk dönümlük alanında öğrenciler hareket ediyorlar. Biz videolardan baktığımızda 1,5 km alanda gösteriye katılan katılmayan pek çok öğrencinin yürüdüğünü görüyoruz. Kampüs burası, haliyle zaman zaman gösteriye katılmasa da el sallayıp destek olabildiğini görüyoruz. Çok geniş bir alanda bir öğrenci kitlesi bu.”

Avukat Aydın, görüntüler hakkındaki bilirkişi raporunda görülen polisin “Dağılın!” uyarısının öğrencilere ait bir yaşam alanı olan üniversite kampüsünde ne anlama geldiğini tartışmaya açtı:

“Binlerce öğrenci kampüsü mü terk etsinler? Nereye gitsinler? Nasıl terk etsinler? Özellikle orada barışçıl varlıkları söz konusuysa. Videolar ciddiyetle izlenirse sayın mahkeme, polisle sık sık müzakereler de olmuş. Her türlü talimata saygıyla cevap verilmiş. “Çadırları sökün” denmiş. Sökmüşler. “Flamaları taşımayın” denmiş. Taşımamışlar. “Çekin gidin” denmiş. Çekip gitmişler. Toplantının barışcıllığı aslında burada da çok net.

Toplantı gösteri hakkını şiddetle bastıran bir polis müdahalesi söz konusu. Aslında öğrencilerin bilirkişi raporunda yer yer değinilen tepkiler gösteri tepkisi niteliğinde tepkiler değil. Daha önce düzenlemeyi planladıkları onur yürüyüşünün tepkileri değil.

Polisin ilk gözaltısından sonra önce Melike alınıyor. Daha sonra Özgür alınıyor. Onlara alınacakları daha önceden de söyleniyor. Bu raporda da geçiyor. ‘Sizi biz alacağız başka yolu yok’ demeye getirilmiş. Arkadaşları alındıktan sonra öğrenciler polise tepki gösteriyorlar.”

Avukat Aydın, öğrencilerin Onur Yürüyüşü etkinliği kapsamında edimleri ile polis müdahalesi sonrasındaki edimlerinin mahkeme tarafından iyi bir ayrıma tabi tutulması gerektiğini söyledi.

Polisin saldırısından sonra öğrencilerin tepkisi başkadır. Haksız fiile karşı hepimiz tepki gösterebiliriz. Toplantının kendisiyle polisin şiddet içeren davranışlarına gösterile tepkiyi iyi açıklamamız lazım. Onur Yürüyüşü ile polisin şiddetine öğrencilerin gösterdiği tepkiyi karıştırmayalım.

Hükümetimizin cevabını görünce acaba dedim, kol kırılıyor yen içinde mi kalıyor? Çünkü F.’nin’ın kolu yaralandı.”

Avukat Aydın, hakkında darp raporu bulunan öğrencilerin gözaltına alındıkları yerlerin tespit edilerek burasıyla polisin anons yaptığı ‘çimler’ arasındaki mesafenin tespit edilmesi gerektiğini vurguladı:

“Çimlerde tespit edilemeyen 13 kişi var. Düşünün polis ilk müdahaleyi anonsu oradan hareketle yapıyor. Asıl mesele çimlerde başlamıştı ya. Bunların alındıkları yerlere baktığımızda her biri oldukça çok farklı bölgeler. Yani toplu hareket edip de polise bir direnme söz konusu değil. Bilirkişi raporunda da göreceksiniz. 13 kişinin çimlerde tespit edilemediği, pek çoğunun gözaltına alındıkları yerlerin birbirinden tamamen ayrı ayrı yerler olduğu ortadayken nasıl olabilir?

Soruyor ve talepte bulunuyorum: Darp raporu olanlarla celse arasında yakalama yeri çimler olmayanlar ve bilirkişi tarafından olayla ilişkisiz görülenlerin Sayın Mahkemece karşılaştırılması gerekir, maddi gerçeği araştırma yükümlülüğü çerçevesinde gereği yapılsın.”

Yasağın İptali Kararı

Yargılanan ODTÜ’lülerin avukatı Öykü Didem Aydın, yasak hakkındaki iptal kararının gerekçesinde Valiliğin yasak kararı “LGBT faaliyetlerine ilişkin genel yasak işleminin yargı kararıyla ortadan kalkması nedeniyle, ortada yasak kalmaması” durumunun söz konusu olduğunu belirtti.

“Hukuka uygun bir gösteriye müdahale edilmesi hukuka aykırıdır.”

“Yasak kanuni değil. Müdahale kanuni değil. Meşru bir amacı yok. Demokratik bir toplumda gerekli değil, ölçülü değil. AİHM ve anayasamızın kriterlerine göre biri bile yeter. Her kriter bakımından bu işlemler dökülüyor. “

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne Cevabı

Avukat Aydın, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne teslim ettiği cevapta, Daimi Temsilciliğin 11 Şubat 2019’daki raporuyla ilgili, “tebriklerini sunarak cevabı içeren bilgi notunu sunmaktan onur duyduğunu ve rapora yüksek alaka duyduğunu” paylaşarak, sordu: “Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin en yüksek derecede alaka duyduğu karar ne?”

Raporun Aydın’ın mahkemeye sunduğu Türkçe çevirisine göre hükümet cevabında üç farklı konuda gözlemini paylaşıyor. Sonuçta hükümet “Türkiye’nin iç mevzuatına ve mensubu olduğu uluslararası sözleşmelere uygun hareket ettiğine inandığını” ileri sürüyor. Türkiye Hükümeti’nin değerlendirdiği konu başlıkları şöyle:

  1. 10 Mayıs 2019’da ODTÜ kampüsünde gerçekleşen Onur Yürüyüşü bağlamında güç kullanımının yasallığı ve polis tarafından uygulanan orantısız güç,
  2. Onur Yürüyüşü’ne katılımlarıyla ilgili olarak insanların tutuklanması ve yasal süreçlerinin devamı,
  3. LGBT bireylerinin cinsel yönelimlerine dayalı ayrımcılık yaşamamaları için alınan veya planlanan önlemler.

Avukat Aydın, hükümetin cevabında polisin güç kullanımına ilişkin “görevini yerine getirirken direnişle karşılaşırsa” ifadesinin kullanıldığını vurguladı. Hükümetin ayrıca Paris’te 1993’te imzalanan Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile ilgili Sözleşme’ye taraf olduğunu vurguladığını aktardı. Hükümetin bundan bahsetmesinin sebebinin Birleşmiş Milletlerin Türkiye’ye “Kimyasal silah kullanıldı mı?” sorusunu yöneltmiş olması olduğuna dikkat çekti.

Aydın nihayetinde hükümetin “Yürüyüşü ile ilgili Valilik yasağı yoktur” dediğini, yasaklama kararının Rektörlük tarafından alındığını söyledi. Hakime sordu, “Hukuksuz bir rektör atamışsam ben ne yapayım mı diyor acaba?”

Avukat Aydın :

“Saat 17.00’de artık Melike ve Özgür alınmış, bütün arkadaşlar alınmıştı. Topluluk burada protesto yapmıyor. Yakalamaları protesto ediyor.”

Aydın, hükümetin cevabını içeren belgenin “Türkiye Cumhuriyeti ağzıyla LGBT haklarının insan hakları olduğunu gösteren bir doküman bu doküman” olduğunu söyledi. Altı noktayı mahkemenin değerlendirmesine sundu:

  1. Bir valilik yasağı bulunmamaktadır.
  2. Rektörlük kendi kendine bu yasağı koymuştur ama bizim haberimiz yoktur.
  3. Kampüse girme hakkı olmayan güvenlik güçlerinin müdahalesi ODTÜ’nün talebiyle gerçeklemiştir.
  4. Zaten yasaklanmış olsalar da bu yasak kalkmıştır.
  5. Biz LGBT’lerin varlığını kabul ediyoruz ve haklarını koruyoruz.
  6. LGBT’lere karşı her türlü davranışı TCK.216’ya göre yargılıyoruz.”

 

Daha sonra söz alan, öğrencilerin avukatlarından Canan Dumrul, müvekkilinin, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğini, söyledi. Bilirkişi raporu hakkında beyanda bulunmak için ek süre talep etti.

 

Öğrencilerin avukatlarından Mert Ekinci polisin orada bulunmasının hukuka aykırılığını gösterdiğini ifade ettiği bir mahkeme kararını sundu. Ekledi:

 

“Hürriyetçi demokrasinin icabı anayasal hakların etkili şekilde kullanılmasını sağlamaktır. Somut deliller, müvekkiller, bu dosyada yargılanan tüm sanıkların barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ve ifade hürriyeti hakki ihlal edilmiştir.”

 

Polis: İlk sizi alacağız sonra da herkesi alacağız

Avukat Mahmut Şeren kolluk güçlerinin Özgür ve Melike’ye açıkça “ilk sizi alacağız sonra da herkesi alacağız” dediğinin bilirkişi raporuna yansıdığını söyledi. Yargılamanın uzamasının bir kısmı mezun olan, bir kısmı artık çalışmaya başlayan öğrencilerin hayatını olumsuz etkilediğini hatırlattı.

“ODTÜ Onur Yürüyüşü’ne katılan ve binlerce insanın suç işlemediğini biliyoruz. Onur Yürüyüşü hakkında insanların aklında gözaltının şiddetin değil güzel şeylerin kalmasını istiyorum.”

Avukat Şeren bilirkişi raporunu bile iki kez almanın, yargılamanın uzamasına bir örnek teşkil ettiğini söyledi.

Savcı: Bu dosya iki taraf arasında gerçekleşmiş basit bir dosya değil, ben aynı zamanda bilişim suçlarındayım

Avukat Öykü Didem Aydın mevcut duruşmada hazır bulunan savcıya mütalaasının gün içinde yetişmesinin mümkün olup olmadığını sordu. Savcı dosyanın kalınlığına dikkat çekti. Dosyayı ilk incelemesinin kullanacağı izin sırasında mümkün olabileceğini söyledi.

“Burada CD’leri ve dosyaları incelemek gerekiyor. İzin içerisinde dosyaya bakabilirim.  Ancak bu dosya iki taraf arasında gerçekleşmiş basit bir dosya değil. Hem CD’leri inceleyin tek tek bakın gibi bir öneriniz oluyor, hem de ara verelim mütalaa verin…

Ben hem bilişim suçlarındayım. İzinde olduğumu tırnak içerisinde belirtiyorum.”

Daha sonra söz alan bir diğer savunma avukatı müvekkillerinin suç işlemediğinin Yargıtay kararlarıyla sabit olduğunu söyledi. Yargılamanın uzamasına dikkat çekti:

“Bizim kendi müvekkilimiz açısından da sıkıntımız çok uzun süredir sanık sıfatına sahip olmaları. Bazıları mezun, bazıları öğrenci. Yaklaşık 2,5 senedir sanık sıfatını üzerlerinde taşıyorlar. Bu dosyada tüm vekillerimiz hakkında mütalaada beraat istenmesini ve beraat kararı verilmesin talep ediyoruz.”

Melike: Biz artık çok yorulduk. Haklarımızın farkındayız. Biz sadece kampüsünde bir araya gelmeye çalışan insanlarız

Avukatların beyanlarını tamamlamasının ardından mahkeme son sözlerini söylemeleri üzere sanıkları kürsüye davet etti. Kürsüye ilk gelen Melike Balkan oldu.

Melike, hakim ve savcıya hitaben yargılama sürecinin kolay olmadığını, yargılama konusunun kolay bir suç olmadığını kendisinin de bildiğini ve sürecin nasıl işlediğinin farkında olduğunu söyleyerek söze başladı. Savcı Melike’yi dikkatle dinledi. Melike duruşmadaki son sözlerini söyledi:

Saat 16:59:31‘de bir uyarı var. Bu uyarıyla birlikte müdahalenin başlandığı söyleniyor. Polis uyarısı “hadi dağılın” gibi kısa bir şey değil. 45-50 saniye süren bir süreç. Polis yasaktan bahsederken Valilik yasağı diyor.  Ama bir Valilik yasağı yok. Polisin yaptığı bizi ve öğrencileri yanıltmak.

Polisle olan tüm konuşmalarımızın her saniyesinin videoları var. Videoların hiçbirisinde Rektörlük kararı yüzümüze okunmuyor. Rektörlüğün talebini biz sonradan öğreniyoruz. Öğrenciler olarak elimizdeki bilgilerle yasal hakkımızı kullanmamıza engel olacak bir şey görmüyoruz.

Bilirkişi raporunda 16:59:31’de uyarı başladığı anda ben 29 saniye sonra tam 17:00’de gözaltına alınıyorum. Biz dağılıyoruz derken kitleyi uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Başından beri barışçıl bir eylem olmasına çalıştık. Arkadaşımızın üzerine üç kişi otururken, onun üzerine çullanmışlarken, biz herhangi bir şiddete başvurmadık.
Bana “Sen ve Özgür başta olmak üzere herkesi alırım” dedi polis. Özgür’ün ağzını kapatmaya çalıştıkları var videolarda. Arkadaşımızın elinde sargı olduğu için canının acıdığını söylemesine rağmen daha fazla şiddet uygulandı.

Biz artık çok yorulduk. Haklarımızın farkındayız. Biz sadece kampüsünde bir araya gelmeye çalışan insanlarız. “Ne yapıyorsun ya?” dediği için gözaltına alınan var. “Nereye dağılacağım?” diye sorduğu için gözaltına alının insanlar var.”

Yargılanan öğrencilerden Özgür Gür son sözlerini söylemek üzere kürsüye geldi. Melike’nin beyanlarına katıldığını söyledikten sonra duruşmanın görüldüğü günün 10 Aralık İnsan Hakları Günü olduğunu hatırlattı:

“Bugün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü. İnsan haklarımızı kullandığımız için yargılanıyoruz. Yargılanan sadece ODTÜ’lüler değil tüm LGBTİQ+’ların insan hakları. Şu an bugün bu davanın devam edilmesi dahi bizlere karşı yapılan bir hukuksuzluktur, haksızlıktır. Bugün insan hakları gününde biz LGBT+ aktivistlerinin beraat etmesi gerekir.

Yıllardır onur yürüyüşlerine katıldım, düzenledim, düzenlemeye devam edeceğim. Bugün artık bir karar verilmesini talep ediyoruz. Davanın sürdürülebilir hiçbir yanı yok bu zulme son verin.”

Yargılanan öğrencilerden C.C. kürsüye geldi. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğini mahkemeye bildirdi.

“Bugün ben HAGB’yi kabul etmiyorum. Ben herhangi suç işlemedim. Bunu kabul etmek bir suç işlediğimi kabul etmek ve kendi varlığımı yok saymak gibi geliyor bana. Bugün burada olmam devletin beni yok saydığını gösteriyor bana. Burada yargılanmam aslında temel hak ve özgürlüklerimim yargılanması, benim aslında yaşamamam gerektiğini, devletin bana söylemesi anlamına geliyor.

Bunları kabul etmiyorum. Ben herhangi suç işlemedim. Bundan sonra ne olacak bilmiyorum ama ne olursa olsun en son raddeye kadar özgürlüğümün peşine düşeceğim, ben varım. Hayatımda herhangi birine karşı bir suç işlemedim. Buna rağmen yargılanıyor olmak hem yıpratıcı hem onur kırıcı.

Son olarak kürsüye gelen bir diğer öğrencinin beyanları alındı. Maruz kaldığı polis şiddeti anlarına ait bazı ayrıntıları mahkemeyle paylaştı:

“Diğer arkadaşlarıma katılıyorum. Öğrenciydim, mezun oldum, çalışmaya başladım ve kendim olduğum için, barışçıl bir yürüyüşe katıldığım için şu an buradayım ve aynı zamanda bir an önce bitmesini istiyorum. Çünkü genel olarak hayatımı da etkileyen bir durum bu. Bende tedirginlik yaratan bir durum. Benim ve hiçbir arkadaşımın suçlu olduğunu düşünmüyorum.”

Avukat Öykü Didem Aydın kürsüdeki öğrenciye gözaltına alındığı koşulları sordu. Öğrenci anlattı:

“Gözaltına alındığım sırada çatı kafenin biraz daha ilerisinde Bilgisayar Mühendisliği konumundaydım. Orada yalnızca yürüyordum. Çimlerin tersi bir yöne doğru uzaklaşıyordum. Buna rağmen ayağıma bir mermi sıkıldı, gaz kapsülü. “Dağılan ulan” gibi bir ifade kullanıldı. Ben de “nereye dağılacağım burası benim okulum zaten kendi kampüsümde yürüyorum” dediğim için kollarımdan tutularak gözaltına alındım. Duvara yaslandım. Ayağımı açmam gerektiğini söylediği sırada bir polis memuru botlarıyla ayaklarıma vurdu. Bu şekilde darp edilerek gözaltına alındım. Gözaltı aracında saatlerce biber kokusu içinde kaldık.”

Hakim: Bilirkişiler Özellikle Yazmışlar

Hakimin duruşmanın sonunda bilirkişilerin (CD sayısının fazla olması nedeniyle video görsel miktarının çokluğundan hareketle) “özellikle” yazı yazarak sarf (mahkeme tarafından bilirkişiye takdir edilen ücret) talep ettiklerini belirtmesi üzerine Avukat Didem Aydın “Temel haklara saygısızlık biraz masraflıdır Sayın Mahkeme” cevabını verdi.

Karar

39. Asliye Ceza Mahkemesi davanın beşinci duruşmasını 30 Nisan Cuma saat 10.00’a erteledi.

 

7. Duruşma

18 ODTÜ öğrencisi ve bir akademisyenin “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” ve bunların içinden bir öğrencinin “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” suçlamasıyla yargılandıkları davanın 7. duruşması 8 Ekim 2021’de Ankara’ 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Duruşma öncesinde, duruşma salonunun kapısının önünde teçhizatla donatılmış 10 çevik kuvvet polisi ve altı üniformalı polis memurunun konuşlandırıldığı görüldü.

Duruşmayı izlemek için adliyeye gelen bazı izleyicilerin “adliyede işleri olmadığı” gerekçesiyle adliyenin giriş kapısından alınmadıkları öğrenildi.

İzleyiciler
Duruşmayı basından Medyascope, Artı Gerçek, Mezopotamya Haber Ajansı, Anka Haber Ajansı ve Anayurt Gazetesi’nden muhabirler izledi. Aralarında, 17 Mayıs Derneği, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Kırmızı Şemsiye Derneği, Gökkuşağı Aileleri Derneği (GALADER)’nin de bulunduğu sivil toplum kuruluşları da duruşmayı izledi. Ayrıca; Hollanda, Belçika, ABD, Almanya, İsviçre, Norveç, Fransa ve Danimarka diplomatik misyonlarından temsilciler de duruşmayı izledi. HDP ve TİP’ten üç milletvekili de izleyici sıralarında hazır bulundu. İzleyici sıralarında 50’nin üzerinde kişinin bulunduğu görüldü.

Yargılama
Yargılanan hak sahipleri ve avukatlarının sayısının fazlalığı nedeniyle duruşma adliyenin büyük duruşma salonlarından birinde görüldü. Üniformalı üç polis memuru da salonda yer aldı. Salonun sanıklar için ayrılan kısmında yargılanan yedi hak sahibi, avukatlar için ayrılan kısmında ise 10 avukat hazır bulundu.

Duruşmada beyanda bulunan kişilerin sözleri SEGBİS sistemiyle kayıt altına alındı. Salona girişler sırasında mahkeme salonu yetkilisi duruşma boyunca telefonların sessiz moda alınması uyarısında bulundu.

Avukat Öykü Didem Aydın salonda bulunan üniformali ve sivil polislerin salon dışına çıkartılmalarını talep etti. Hakim, üniformalı polislere hitaben “Bir sorun yok, çıkabilirsiniz” diyerek üniformalı polisleri salon dışına çıkarttı. Avukat Aydın, izleyici sıralarına hitaben “Sivil polis var mı?” sorusunu yöneltti. Salondan herhangi cevap gelmedi.

Avukat Aydın, mütalaadaki “19 sanığın valiliğin izin vermemesine rağmen toplanmaları üzerine açılan davada tüm delillerin değerlendirildiğinde (…) kamera görüntüleri ve bilirkişi raporu doğrultusunda yasaklanması sebebiyle kanuna aykırı gösteriye katıldıkları sabit olduğundan (…)” ifadesini eleştirdi. Savcının vakaları yanlış aktardığını belirten Av. Aydın, Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin dosya içeriğine de sundukları, yasaklama işleminin haksız ve hukuka aykırı olduğu yönündeki kararını hatırlattı:

“Savcılık makamı bir gösterinin kanuna aykırı olduğunu sadece rektörün [öğrencilere mail ile tebliğ edilen yasak kararı] kararına göre mi belirliyor? Bu mütalaanın kanuna aykırı olduğunun mahkemece gözetilmesi gerekir. Rektör, valinin ünvanını gasp edip e-maille yasak koymuş. Müdahaleden önce bozulmuş olan bir kamu düzeni de yok. Öneki yürüyüşlerde ne zaman kamu düzeni bozulmuş? Bu yönde bir tarihsel ve güncel bir bilgi yok.”

 “Polis memuru, üniversitenin rektörü mü dinlendi?” sorusunu soran Aydın, olay günü kamu düzenini bozanın polis olduğunu ileri sürdü:

“Eğer kolluk gücü toplantının yasaklanması için bir neden ortaya koymamış. Ayrıca, başka toplantılar serbestken bunun yasaklanması durumu var. Kolluk tarafından yapılan müdahale demokratik toplumda gerekli mi?”

Avukat Aydın’ın savunması devam ederken, hakimin duruşmanın başında SEGBİS sisteminin düzgün çalışması için duruşma boyunca salonda kalmasını talep ettiği teknik yetkilinin iki kez telefonu çaldı. Yetkilinin kürsünün arkasına geçip düşük sesle telefonda konuştuğu görüldü.

Avukat Aydın, aslında olay günü gerçekleşen iki gösteri olduğunu; bunların ilkinin Onur Yürüyüşü olduğunu ancak gerçekleşen polis müdahalesi ardından artık protesto tepkisinin polise yönelmiş olduğunu ileri sürdü, “Onur Yürüyüşü protestosu bir noktadan sonra polisin [kampüsteki] mevcudiyetini protestoya dönüşmüştür.”

Aydın, savunma yaptığı kürsüde küçük ebatlı bir gökkuşağı bayrağı açarak, öğrencilere bulundukları yerde üzerlerinde gökkuşağı bayrağı bulundurmaları üzerine, “dağılmadıkları” gerekçesiyle müdahale edilmesini eleştirdi:

“Şöyle bir bayrak ne yapabilir insana? Ben böyle bir bayrağı elimde bulundurunca dağılmamış mı oluyorum?”

Av. Aydın polisin Özgür Gür'e müdahalenin gerekçesini bile söylemediğini, "üç dakikanız var" uyarısında bulunduğunu belirtti.

Av. Aydın ve söz alan diğer avukatlar beraat taleplerini yinelediler.

Kampüste yaşadığını ve günlük tüm ihtiyaçlarını kampüste karşıladığını belirten yargılanan bir öğrenci, olay günü kendi bölüm binasına doğru yürürken arkasından “yere yat” denilerek gözaltına alındığı hatırlattı. Yargılanan beş hak sahibinin önceki beyanlarını tekrarladıklarını beyan etmesinin ardından, yargılanan diğer öğrenci Melike İrem Balkan söz aldı.

Melike İrem Balkan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun uygulanırken gözetilmesi gereken üç kriteri tartıştı. Eylemin yasaklı olup olmadığını, göstericilere uyarıda bulunup dağılmaları için makul süre tanınıp tanınmadığı ve güç kullanımın niteliğini ayrıntılarıyla ele aldı.

Balkan, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2006 yılındaki içtihadında suçlandıkları suçun oluşabilmesi için (1) söz konusu gösterinin yasaklanmış olması gerektiğinin, (2) polisin zor kullanabilmesi için polisin uyarıda bulunmasının ardından dağılmaları için göstericilere makul bir süre tanıması gerekliliğinin, (3) zor kullanılabilmesi için göstericilerin direnmiş olmaları gerekliliğinin bulunduğunu belirtti.

Balkan, etkinliğin yasaklandığı iddiasının valiliğin yasağı kaldıran mahkeme kararlarına rağmen rektörlüğün gönderdiği e-postada, valiliğin yasağına referans verilmesi nedeniyle geçerli olmadığını ileri sürdü. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne verdiği cevapta da belirtildiği üzere valilik yasaklarının üniversite kampüslerinde geçerli olmadığını söylenmesine rağmen, eylem sırasında kendileriyle konuşan polislerin de etkinliğe getirilen yasağı valilik kararına dayandırdıklarını söyledi.

“Ya ODTÜ rektörü kendi yetkisini bırakıp olmayan bir valilik kararına dayanıyor ya da kendisi usulsüz bir yasak koyuyor.”

Balkan, polis uyarısından 27 saniye sonra kendisinin, takip eden iki dakika sonra da toplam dört kişinin gözaltına alındığını belirtti. Bir öğrencinin polisin kendisini gözaltına alma anlarına kamera kaydına alması nedeniyle gözaltına alındığını söyledi.

“Dört dakika içinde arkası dönük insanlara gaz kullanılmaya başlandı. Arkalarından gaz fişeği atıldı. Türk hükümeti [Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne verdiği cevapta] kullanılan gücün makul sınırlarda olduğunu iddia ediyor. (…) Görüntüler incelendiğinde 30 dakikada 20 paintball mermisi ateşlendiği görülüyor. İnsanlar direnmemelerine rağmen yerlere yatırılıyor.”

Balkan iki öğrencinin polisin gaz kullanımı sırasında “Yeter artık. Yapmayın.” dediği sırada, iki öğrencinin çimlerde yattıkları sırada gözaltına alındığını; müdahale sırasında bir kişinin kafasının polis arabasına bastırıldığını, “Nefes alamıyorum” demesine rağmen üzerine basıldığını; bazı öğrencilerin oturdukları sırada “Bunu da alın” talimatıyla gözaltına alındıklarını söyledi.

“Ben ODTÜ Onur Yürüyüşü’ne katıldım, düzenledim. Bununla gurur duyuyorum. Bu bir suçsa ben bunu işledim. Benim savunmam bunun bir suç olmadığıdır.”

Yargılanan son öğrenci Özgür Gür kürsüye gelerek söz aldı:

“Ben öncelikle hala neden burada olduğumu bilmiyorum. Bu devletin işi gücü kalmamış mı derdim ama belli ki her geçen gün devletin işi gücü LGBTİ+ların başka hangi hakkını gasp edebilirim diye düşünmekle geçiyor. Ben bu dava başladığında öğrenciydim, bayadır öğrenci değilim ve rahatlıkla söyleyebilirim ki bu dava hayatımda çok şeyi değiştirdi.

Ben bu ülkede polisin şiddetine, hükümetin nefretine maruz kalmış belki de milyonlarca insandan sadece biriyim ve bu nefrete uğramam için sadece var olmam, lgbti+ olmam bile yeterliymiş bunu gördüm. Biliyorum ki yine var olduğu için hayatın her alanında ayrımcılığa maruz kalan LGBTİ+lar, farklı bir düzenin mümkün olabileceğini savunduğu için yargılanan binlerce insan var. Yine de kendimi şanslı addediyorum, ben bugün burada konuşurken yalnız olmadığımı biliyorum. ODTÜ Onur Yürüyüşü’nde sonrasında bana yaşatılanlara karşı ses çıkarabilecek şansım vardı. Bu yüzden aynı zamanda sorumlu da hissediyorum. Benim bugün burada yalnız hissetmediğim gibi her yerimiz nefretle dolmuşken daha üniversiteye yeni girmiş bir lubunya, liseli bir lubunya yalnız hissetmesin diye mücadeleye devam ediyorum, bütün bu yaşadığım saçmalıklara #aybirahatver diyorum.

Bu dava iki yıldır sürüyor. Yani doğrusu gençliğimin, gençliğimizin baharı adliyelerde yalnız bu davayla da daha geçen Hande Buse Şeker cinayetinin davası vardı, bir polis memurunun öldürdüğü trans kadının. Boğaziçili arkadaşlarımın davaları sürüyor. Bu zaman içinde çokça da öğrendim bakarsanız haklarımı ve haklarımın her gün aslında ne kadar çok ihlal edildiğini öğrendim.

Zaten doğuştan sahip olunması gereken haklar için mücadele etmek zorunda kalmak, bunu yaparken bir yandan da yargılamalara maruz kalıyor olmayı aklım almıyor. Duruşmalar geldi geçti. Yalnız bu duruşmayla da kalınmadı birçok göz korkutma taktiğiyle ev baskınlarıyla, soruşturmalarla korkutulmak istedik. E yani ne diyeyim ben hala konuşuyorum, buradayım alışsınlar. Gitmiyorum.

Bilirkişi raporu istendi bir türlü rapor gelemedi, gelen raporsa öyle işgüzar ki:

Mesela ‘kolluk kuvvetleri uyarı yapmış mı’ diye soruyor, videolarda görüyoruz uyarı diye raporda geçen şey parmak sallayan, ‘Yasak yok. Bakın kaldırıldı’ deyince ‘Bana yasa anlatma’ diyen bir polis amiri. Valla bu ülke sağ olsun size değil yalnız anayasa, kanunu yönetmeliği ezberletiyor.

Şiddet uygulayan polislerin yüzünü gösteriyoruz videolardan. Ne bir dava var ne bir soruşturma. Videolardan görmeseydim de inanın anlatabilirdim, gösterebilirdim. Nefretle bakan, nefretle saldıran o yüzleri ben unutmuyorum. Unutamıyorum. Ama merak etmeyin unutsam da her an buradalar. Ne hikmetse her olayda bizim yanımızdalar. Ve hatta bakın bugün dahi belki onlardır belki değildir bilmiyorum ama kendilerinin polis olduğunu bile söylemeyen polisler şu an bu salondalar da.”

Mütalaada geçen iki şeyden bahsetmek istiyorum size: Kanuna aykırı olan gösteri yürüyüşüne katılmak (...)”

Özgür Gür, yasak kararının daha kaç kez yasaklanacağını ve bu durumda yasaklanan şeyin ne olduğunu sordu:

“Polisin biri devlet benim demişti, bu devlet benim devletim değil mi? Bayram sokakta evleri mühürlenen seks işçisi trans kadınların devleti değil mi? Polis bu yetkiyi kendinde nasıl bulabiliyor? Polisi de geçtim karar vericiler bir insan hakkını engellemeyi kendilerine nasıl hak görebiliyorlar?

Hoş şunu diyorum artık ama ülkemde her gün televizyonu açtığımda bu ülkenin bir bakanının nefret söylemleriyle yüz yüze geliyorum. LGBT sapkınları: neyden sapmaktan bahsediyorlar bilmiyorum ama bu kötülükten sapmamızı sağlayacaksa sapkın olmaya razıyım.

(..) Bir bakıyoruz bazı belgelerde LGBT-İ olarak yazılıyor: Sanki terör örgütü ismi kısaltırcasına…

Ayrıca “Birileri bizim var olmadığımızı söylüyor, sözde -bizim- diye ifade ettiği kültürde LGBTİ+ların var olmadığını iddia ediyor. LGBTİ+’lar dünyanın her yerinde her zaman vardılar ve evet bizim kültürümüzde de varlar. Biz biliyoruz ki LGBTİ+lar her zaman bu kültürün de her kültürün de dışında değil, bizzat içinde, bizzat tam orta yerindedir. Bakın, buradayız işte, tıpkı iş yerlerinde, atölyelerde, tezgahlarda, emeğin görünmez olduğu evlerde, sokaklarda, meydanlarda, üniversitelerde olduğumuz gibi…Evet üniversitelerde de varız ODTÜ'de, Boğaziçi’nde bütün üniversitelerde. Bize dayatılan bu düzeni kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz.

Onur Yürüyüşü benim hakkım, LGBTİ+’ların hakkı, insan hakkı ve bir suç olamaz. Eğer bir gün bu düzende Onur Yürüyüşü suç olarak kabul edilirse tekrar söyleyeceğim. Ben Onur Yürüyüşü’nde bulunmakla gurur duyuyorum, düzenlemekle gurur duyuyorum. Yine de biliyorum ki bundan belki 3 yıl sonra belki 5 yıl sonra belki de 10 yıl sonra insanlar Onur Yürüyüşü’ne katıldığımız için yargılanmamıza inanamayacaklar ve şu an komik gelebiliyor olabilir ama bizim varlığımızı yok sayanlar, nefretle saldıranlar o günlerde yargılanıyor olacaklar.”

Özgür Gür kendilerine yöneltilen “birçok kez uyarıya ve zor kullanmaya rağmen dağılmamak” suçlamasına yorum yapma istediğini ancak “Dağılın” uyarısından önce müdahaleye başlanmasından sonraki birkaç dakika içerisinde beni havaya kaldırıp gözaltına alındığı için yorum yapmam mümkün olmadığını söyledi.

Karar
Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi:

  1. Yargılanan 19 hak sahibinin üzerlerine atılı “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız olarak katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçlamasından “suçun unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle beraatlarına,
  2. Yargılanan bir hak sahibinin üzerine atılı “kamu görevlisine hakaret” suçlamasından 365 gün adli para cezasına çarptırılmasına,
    1. Eylemin aleni gerçekleştirilmesi nedeniyle cezanın takdiren 1/6 oranında artırılarak cezanın 442 gün adli para cezasına artırılmasına,
    2. Cezanın para cezasına çevrilerek 8 bin 840TL olarak uygulanmasına
    3. Para cezasının hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına

karar verdi.

6. Duruşma

10 Mayıs 2019’da gerçekleşen ODTÜ Onur Yürüyüşü’nde bulunan 18 öğrenci ve bir öğretim görevlisinin “kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçlamasıyla, Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandıkları davanın 5. duruşması 16 Temmuz 2021’de görüldü.

İzleyiciler
Duruşmayı ABD, Danimarka ve Hollanda diplomatik misyonlarından temsilciler ile Medyascope haber sitesinden iki muhabir izledi.

Yargılama
Duruşmada, yargılanan öğrencilerden Melike İrem Balkan ve Özgür Gür ile yargılananları temsilen üç avukat hazır bulundu.

İddia makamının mütalaası mahkemeye sunuldu.

Mütalaa
Savcılık mütalaasında “eyleme bizzat katıldıkları ve direndiklerine dair ceza almalarını gerektirir yeterlikte delil mevcut olmaması sebebiyle” beş öğrencinin beraatı; aralarında Özgür Gür ve Melike İrem Balkan’ın da bulunduğu 12 öğrenci ve bir öğretim görevlisinin ise “kanuna aykırı olan gösteri yürüyüşüne katıldıkları ve kolluk görevlilerince birçok uyarı ve zor kullanmaya rağmen dağılmadıkları” suçlamasıyla cezalandırılmaları talep edildi. Ceza istenen öğrencilerden birinin ayrıca “görevde olan ve kamu görevlisi olan birden fazla polis memuruna hitaben orta parmak göstermek suretiyle hakaret ettiği” ve “eylemin sayısız kimse tarafından algılanabilecek yerde işlenmesi nedeniyle aleniyet unsuru oluştuğu” gerekçesiyle TCK 125/4 gereğince “nitelikli hal” uygulanarak cezalandırılması talep edildi.

Özgür Gür ve Melike İrem Balkan’ın mütalaaya karşı beyanlarının, bir sonraki celse sunulacağı duruşma tutanağına geçirildi.

Avukat Deniz Doğan, bir sonraki duruşma tarihinin müzakere edildiği sırada, mütalaanın mevcut duruşmada gelip gelmeyeceğine emin olmadıklarını; ayrıca, kendilerine yargılamanın yapıldığı Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi hakimlerinden birinin izinde olduğunun bildirildiğini, ancak izinli hakimin mevcut davaya bakan hakim olup olmadığının bilinmediğini belirtti.

Karar
Mahkeme, yargılananlar ve avukatlarına mütalaaya karşı beyanlarını hazırlamak üzere süre verdi. Davanın bir sonraki duruşması 8 Ekim 2021 saat 10.00’da görülecek.