Koskoca duruşma salonunda adalete küçücük yer yok
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Kampanya Sorumlusu Milena Buyum, 18 Temmuz’da görülen Gezi Parkı davasının ikinci duruşmasından gözlemlerini paylaştı.
Hemen yanı başımda duran sivil giyimli görevli gururla, “Bu duruşma salonu 1,000 metrekare, izleyici salonu da 500 kişilik” diyor, “…avukatlar için 200, sanıklar için 250 kişilik yer var”. Duyduğum sayılar tüylerimi diken diken ediyor. Bulunduğum yer toplu yargılamalar için tasarlanmış bir duruşma salonu. Avrupa’nın en büyük cezaevi olan Silivri Kapalı Cezaevi’nin duvarlarının ardına inşa edilmiş devasa bir salondayım. Buraya Osman Kavala da dahil olmak üzere sivil toplum alanında çalışan 16 kişinin yargılandığı davanın ikinci duruşmasını izlemek için geldim.
Osman Kavala, Kasım 2017’den beri Silivri cezaevinde tutuklu. Kavala ile diğer 15 kişi, 2013’teki Gezi Parkı protestolarına katılmak suretiyle “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek” gibi uydurma suçlamalarla yargılanıyor. Suçlu bulundukları takdirde, şartlı tahliye imkânı olmaksızın, ömür boyu hapis cezasına mahkûm edilebilirler.
Sabah erken saatte duruşma salonuna gelip, bu kocaman salonun gözlemcilerle, gazetecilerle, avukatlarla ve yargılanan kişilerle yavaş yavaş doluşunu izliyorum. Aniden yüksek bir alkış kopuyor. Osman Kavala, etrafında en az 15 gardiyanla, salona getiriliyor. Her iki yanında ikişer gardiyan kollarından tutuyor. Yerine doğru ilerlerken bize gülümseyerek dönüyor ve selam vermek için kolunu kaldırmaya çalışıyor. Oturduğu zaman, gardiyanlar, ailesini ve çalışma arkadaşlarını görmesini engelleyen şekilde her iki yanında ayakta duruyor.
Üç hakim ve savcı salona girip yerlerine doğru geçerken hepimiz ayağa kalkıyoruz. Heyet başkanı duruşmanın iki gün sürecekmiş gibi planlandığını, ama bir günde bitmesini umduğunu söylüyor ve “Yarın katılacağım başka duruşmalar var” diyor. Aklımdan ilk geçense, belki Osman Kavala’nın bugün serbest bırakılacağının bir işareti veriliyor.
Önce savunma makamına söz veriliyor. Avukatlar birer birer 657 sayfalık iddianamede suçlamaları haklı çıkarabilecek hiçbir kanıt olmadığını ayrıntılı bir şekilde açıklıyor. “Madde 312’de tanımlı suçun işlendiğine bir zemin olabilmesi için açık ve yakın bir tehlikenin bulunması gerekir” diyen bir avukat, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ceza hukukunda suç konusu eylem, şüphe ve kanıt arasında devamlılık vardır, bu üçünün birbiriyle bağlantılı olması gerekir. Söz konusu iddianamenin ise bu bağlantıları kurmak gibi bir derdi yok. İddianame sadece her muhalif eylemi suçmuş gibi gösteriyor.”
Daha sonra, davada tutuklu yargılanan tek kişi olan Osman Kavala savunma yapması için kürsüye çağrılıyor. “Gezi Parkı protestolarını organize ettiğime ilişkin en ufak bir kanıt yok” diyen Kavala, savunmasında şunları söylüyor: “Şiddet içeren herhangi bir buluşmaya veya toplantıya katıldığıma ilişkin herhangi bir kanıt bulunmuyor. Tam tersine, ben olayların sükunete ermesi için protestocularla yetkililer arasında arabuluculuk rolünü üstlendim. Gezi Parkı protestolarından sonra sorgulanmadım. İlk kez gözaltına alındığımda bana Gezi ile ilgili sadece Brüksel’deki bir fotoğraf sergisi ve telefonumdaki iki fotoğraf soruldu. Hiçbir kanıt içermeyen bu iddianamenin hazırlanması 16 ay sürdü. 21 aydır cezaevindeyim. Tahliyemi talep ediyorum.”
Osman Kavala’nın etkileyici konuşması dakikalarca alkışlanıyor ve kendi kendime şöyle diyorum: “Bugün serbest bırakılacak, bu saçma sapan eziyet de bitecek.”
Daha sonra savcı ayağa kalkıyor. Savunma makamının taleplerini tekrarlıyor ve son derece yavan bir tonla hepsinin reddini talep ediyor. Üstelik bunun için hiçbir gerekçe, itiraz veya hukuki argüman da sunmuyor. Merak ediyorum, acaba savcı, savunma avukatlarının suçlamalara ilişkin tüm gerekçeleri bir bir çürüttüğü son altı saatte söylenenlerden herhangi birini dinleyip dinlemedi mi?
Duruşmaya ara veriliyor, gardiyanların çevrelediği Osman Kavala salondan götürülüyor, bizim de dışarı çıkmamız isteniyor. Ara kararı öğrenmek için yargılanan kişilerle avukatlarının dışında yalnızca uluslararası gözlemcilerin, diplomatların, milletvekillerinin ve aile üyelerinin tekrar salona girmesine izin veriliyor.
Yarım saat kadar sonra boş salona geri dönüyoruz. Stresten midemin kasıldığını hissediyorum. Ben böyle hissediyorsam kim bilir Osman Kavala’nın eşi Ayşe Buğra kendini nasıl hissediyor?
Heyet geldiğinde yeniden ayağa kalkıyoruz. Heyet başkanı “çoğunlukla” aldıkları kararı okuyor: Sanık taleplerinin tamamı reddediliyor ve Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar veriliyor. Bir sonraki duruşma tarihinde Kavala neredeyse iki yılı cezaevinde geçirmiş olacak. Bu, tutukluluk süreleriyle ilgili Türkiye’nin korkunç standartlarına göre değerlendirildiğinde bile, çok uzun bir süre.
Gün boyunca ister istemez gelişen umudumun yok olduğunu hissediyorum. Duruşma salonunun genişliğine bakıp düşüncelere dalıyorum: Koskoca duruşma salonunda adalete küçücük bir yer yok.
Milena Buyum
Uluslararası Af Örgütü, Türkiye Kampanyalar Sorumlusu
Blog
- İnsanlığın geleceğini güvence altına almak için küresel olarak harekete geçmeliyiz
- 2024’ün ilk yarısında elde edilen insan hakları kazanımları
- Gazze'de acil bir ateşkes, uluslararası toplumun kendisini yeniden yaratması için bir zorunluluktur
- “Temas kurmak, güvenli alanlar yaratmak ve varoluşumuzu kutlamak için Trans Onur Yürüyüşü’ne ihtiyacımız var”
- Oyun Fransa için değişmiyor: Paris Olimpiyatları ve sporda başörtüsü yasağı
- Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın Yeri Galatasaray Meydanı’dır!
- Bölünmez Bütünün Bölünmez Bütün Mücadelesi
- İşgal Altındaki Filistin Topraklarında İsrail’in Apartheid Rejimi