İşkenceden hayatta kalan Suriyeliler direniyor

“Dizüstü bilgisayar nedir?”

İstanbul’da Taksim Meydanı’na karşı otururken bir adam bana bu tuhaf soruyu sordu. Özgürlüğüne yeni kavuşmuştu.

Bahsettiğim bu adam, yani 40 yaşındaki Riyad Avlar, Beşar El-Esad’ın korku veren cezaevlerinde 21 yıl geçirmiş ve henüz serbest bırakılmıştı. Yirmi yıldan uzun bir süre boyunca kilitli tutulan Riyad, insanların “dizlerinin üzerine” koydukları ince ve taşınabilir bilgisayarları daha önce görmemişti.

Riyad, ilk 15 yıl boyunca “kayıptı.” Ailesi veya arkadaşları yalnızca “Suriye’de bir yerde” olduğunu biliyordu ama nerede tutulduğu konusunda hiçbir fikirleri yoktu. O kayıp zamanın beş yılını, Şam’ın kuzeyindeki Saydnaya askeri cezaevinde geçirdi. Uluslararası Af Örgütü ismi işkence ve ölümle anılan bu korkunç cezaevi üzerine daha önce bir araştırma yayımlamıştı. Riyad, tahmin edileceği üzere, cezaevinde tutulduğu uzun yıllar boyunca işkence gördü.

Peki Riyad ne “suç” işlemişti? Onun suçu, bir zamanlar “dünyanın en kötü cezaevi” olarak bilinen ve Suriye’nin devasa korku ağındaki bir başka kötü şöhretli cezaevi olan Tadmur cezaevi hakkında yazı yazmaktı. Doğup büyüdüğü Türkiye’den Arapça öğrenmek için Suriye’ye gitmişti ve yetkililer tarafından gözaltına alındığında henüz 19 yaşındaydı. Yayımlanmak üzere Türkiye’ye göndereceği makaleyi bulmuşlardı.

Bir direniş yöntemi olarak mizah

Otelin toplantı odasında, Riyad bana yakalanışını, gözaltına alınışını ve gördüğü işkenceleri anlatırken, Suriyeli bir insan hakları girişimi olan Ta’afi örgütünde çalışan Ahmed Helmi de Riyad’ın kusursuz bir şekilde Arapça konuştuğunu, ancak telaffuzunun cezaevi gardiyanlarının telaffuzuyla aynı olduğunu söyledi. Dil öğrenmenin tuhaf bir yolu olsa gerek; Riyad’ın Suriye’de öğrendiği Arapça çoğunlukla gardiyanların veya diğer mahkumların konuştuğu Arapça’ydı.

Ahmed’in nüktedanlığı, Riyad gibi adalet mücadelesi veren Suriyeli aktivistler arasında oldukça yaygındır. İnsan haklarına yönelik eziyetlerden hayatta kalan insanlar arasında sık sık bir direniş yöntemi ve adalet arayışının parçası olarak mizaha başvurulduğunu görürsünüz.

Ahmed ve Riyad, adalet için sürdürdükleri mücadelede bu mizaha ve daha birçok şeye ihtiyaç duyacak. Son sekiz yılda Suriye’de cezaevleri, zorla kaybetmeler, cinayetler, varil bombaları, kuşatmalar ve yerinden edilmeler gibi felaketlerden etkilenenlerin birçoğu için adalet neredeyse bir hayal. Ancak öte yandan adaletin yavaş yavaş da somutlaştığı hissediliyor.

Ahmed ve Riyad bu konuda üzerlerine düşeni yapıyorlar. Uluslararası araştırmacılara cezaevinde yaşadıklarına dair önemli bilgiler veriyorlar (Ahmed de Suriye’deki cezaevlerinde üç yıl geçirmiş ve işkenceye uğramış). Bu bilgilerin bir kısmı insanlığa karşı suçlar kapsamına giren davalarda kanıt olarak sunulmak üzere dikkatle toplanıyor. Uluslararası insan hakları avukatları, eldeki kanıtlarla söz konusu suçlarda sorumluluk taşıyan Suriyeli yetkililerin gelecekte yargılanmasını umuyor.

Bir yıl önce stratejik planlarını geliştirmek üzere Beyrut’ta bir araya geldiğim Ta’afi örgütünde çalışan hak savunucularıyla birlikte, bu planları ve taktikleri gözden geçirmek amacıyla İstanbul’daydım. Ta’afi mensupları kendilerini tamamen Suriye’de işkenceden hayatta kalanlardan kanıt toplamaya adamış kişiler. Bu kanıtlar, insan hakları ihlallerinde sorumluluk taşıyanların ve emir verenlerin tespit edilmesine katkı sağlayacaktır.

Riyad yalnızca işkenceden hayatta kalan biri değil, aynı zamanda da kurucularından olduğu Saydnaya Cezaevinde Tutulan Mahkumlar ve Kaybedilenler Derneği’nin koordinatörü. Riyad’ın kişisel hikayesi elbette anlatılmaya değer, ancak o ve daha önce Saydnaya’da tutulan kişiler tanıklıklarının işe yaramasını sağlamakta kararlılar. Anlattıkları hikayelerin işkencecilerin adalet önüne çıkarılmasına katkı sunmasını istiyorlar. Uluslararası Af Örgütü olarak biz de sorumluların yargılanmasını sağlamak için elimizden geleni yapacağız.