İşkence, Mısır Hükümetini Şiddet Dolu Geçmişine Bağlıyor

11 Şubat 2011 hâlâ, daha iyi bir gelecek için cesaret, kararlılık ve umutla kuşanan sıradan Mısırlıların baskıcı bir polis devletini devirdiği gün olarak dünyanın bilincine yerleşmiş durumda.

İki yıl geçmişken, cezasızlıkla hareket etmeye devam eden polis ve diğer güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen, süregelen hak ihlalleri ve reformla ilgili hayal kırıklıkları yavaş bir hızda artıyor.

Polisin gaddarlığı “25 Ocak Devrimi”ni tetikleyen ana unsurlardan biriydi.

2010’da polis Halid Said’i ölümüne döverek halkın protestoya başlamasına yol açmıştı, bu olay da 25 Ocak 2011’deki protestolara destek toplamak için kullanılan “Hepimiz Halid Said’iz” adlı Facebook grubun kurulmasına sebep oldu.

Açıkça görülüyor ki, şu anda görevde olan Mısır hükümeti selefinin devrilmesinden çok az ders çıkarmış. Ortada çok fazla delil olmasına rağmen Mısır hükümeti süregelen işkence iddialarına göz yumarak bunların “istisnai hareketler” olduğu konusunda ısrar ediyor.

1 Şubat’ta Kahire sokaklarında elbiseleri çıkarılmış ve polis tarafından dövülmüş olan Hamada Saber’in şoke edici görüntüleri, Mısır güvenlik güçlerinin devam eden vahşetinin kanıtı niteliğindeydi. Hamada Saber ifadesini sayısız kez değiştirdi, ilk başta protestocuları suçlamıştı. İfadenin değiştirilmesi de Saber’in İçişleri Bakanlığı tarafından baskıya maruz kalıp kalmadığı sorularını akla getirdi. Bu olay vahşet, inkâr ve hükümetin örtbas etme taktiklerinin bir yansıması olarak gözüküyor.

Hamada Saber tek mağdur değil. Uluslararası Af Örgütü son haftalarda güvenlik güçleri tarafından keyfi olarak tutuklanmış, gözaltına alınmış ve dövülmüş protestocuların ve olay yerinden geçenlerin ifadelerini topladı.

17 yaşındaki bir siyasi aktivist ve protestocu Uluslararası Af Örgütü’ne 30 Ocak’ta 16.30 sularında, protestoların yakınında, Talaat Harb Sokağı’nda sivil kıyafetli iki adam tarafından durdurulduğunu ve adamların kendisini isyan polisine teslim ettiğini söyledi: “Kendimi bir anda 30 isyan polisi ile çevrili buldum. Ellerinde coplarla yüzüme, sırtıma, omzuma ve kollarıma vuruyorlardı. Beni yere fırlattılar ve botlarıyla üzerime basmaya devam ettiler. Beni yerde sürüklerken tekmelemeye ve copla vurmaya devam ettiler… Benimle işleri bittiğinde sol gözüm şişmişti ve sırtım kan içindeydi.”

Daha sonra diğer dokuz tutuklu ile birlikte Merkezi Güvenlik Kuvvetleri’nin (CSF) Tora Kampı’na sevk edildi ve daha fazla aşağılanma ve dayağa maruz kaldı. Uluslararası Af Örgütü’ne anlattıklarına göre mahkûmlar iç çamaşırlarına kadar soyunmaya ve soğukta 45 dakika ayakta durmaya zorlanıyordu. Bu sırada isyan polisi, ilk tutuklanmalarında aldıkları yaraları hedef alarak dövmeye devam etti.

Beş gün sonra, kovuşturma süreci başladı – Mısır yasalarını ve uluslararası standartları ihlal eden bir gecikmeyle. Tutuklanma sürecinde akrabaları ile iletişim kurması, avukatlarına ve alması gereken tıbbi bakıma erişimi engellendi. “Yeni seçilen devlet başkanımız ile değişim yaşayacağımızı ummuştum. Özgürlük ve onurumuzu istedik; bunun yerine Devrim öncesi olduğu gibi İçişleri [İçişleri Bakanlığı, polis ve isyan polisi için kullanılan bir tabir] tarafından dayak yedim ve aşağılandım” diye konuştu.

Son ayaklanmalar sırasında protestocular ve isyan çıkardığından ve şiddet içeren eylemlerde bulunduğundan şüphe edilen diğerleri kitleler halinde tutuklandı. 29 Ocak’ta Savcı güvenlik güçlerine ve halka, Kara Blok üyelerini tutuklama çağrısında bulundu. Savcı, Kara Blok’u, ulusal güvenliği etkileyen suçlar işleyen ve terörist eylemlere katılan organize bir grup olarak tanımladı. Yüzü kapatacak şekilde siyah giyen bu grup birkaç hafta önce protestolarda göründü ve devlet şiddetine karşı şiddet içeren taktikleri olumladığı iddia edildi.

Bu çağrının ardından protestoların gerçekleştiği yerlerin civarında siyah giyen herkes tehlikede ve “endişeli vatandaşlar” ve güvenlik güçleri tarafından tutuklanabilir durumdaydı.

Gözaltına alınanlar sık sık aralarında isyan polisinin kamplarının da olduğu resmi olmayan gözaltı yerlerinde tutuluyor. Gözaltına alınanların dışarıyla iletişimi engelleniyor, dövülüyorlar ve kovuşturmaları ertelenerek gerçekleşiyor. Tutuklananların çoğunun yaşı küçük ve yetişkinlerle aynı kötü muameleye maruz kalıyorlar.

Bazıları herhangi bir suçlama olmaksızın serbest bırakılırken diğerleri gözaltında kalmaya devam ediyor ya da isyan çıkarmak, kamu malına zarar vermek ya da görevdeki memurlara saldırma suçlarından kefaletle serbest bırakılıyor.

16 yaşındaki Mohamed 28 Ocak’ta saat 20.30’da Tahrir Meydanı yakınlarında isyan polisi tarafından tutuklandığında olanları Uluslararası Af Örgütü’ne şu şekilde anlattı: “İsyan polisinin üç üyesi vücudumun her yerine copla vurarak beni dövmeye başladı. Kemerimi çıkardılar ve beni onunla da dövdüler. Beni dövmeye devam ederlerken yere düştüm, botlarıyla sırtıma bastılar. Sonra beni silahlı bir araca koydular. Oradaki ilk kişiydim ama periyodik olarak birini daha getiriyorlardı… Her yeni gelen dövülmüş gibi görünüyordu. İçlerinden birinin gözü şişmişti, diğeri ne ayağa kalkabiliyordu ne hareket edebiliyordu, gerçekten kötü durumdaydı… Sonuç olarak çocuklar dahil 25 kişiydik… Yedi kadar isyan polisi içeri girdi ve coplarla, kemerlerle bizi rastgele dövmeye başladı… Bütün gece aracın içinde kaldık ve bir noktada içeri biber gazı sıktılar. Biri bilincini kaybetti ve bize hiç su vermediler… Ertesi sabah isyan polisinin Salam Kampı’na götürüldük… Savcı’yı ilk kez Cumartesi akşamı (tutuklanmanın beş gün sonrasında) gördüm.”

Mohamed’in annesi oğlunu hastanelerde, morglarda, polis merkezlerinde ve savcıların ofislerinde umutsuz bir şekilde nasıl aradığını anlattı: “Onlar sadece çocuklarımıza işkence uygulamıyorlar, aynı zamanda bize de işkence uyguluyorlar. Eğer Mohamed yanlış bir şey yaptıysa onu yasayla cezalandırın. Ama neden bizden saklıyorsunuz, neden bizi aramasına izin vermiyorsunuz da bizi, akıbeti ile ilgili endişe içinde bırakıyorsunuz. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum.”

Halkçı Akım Partisi’nin üyesi olan Mohamed al-Gendy -eski devlet başkanı adayı Hamdin Sabbahi tarafından kurulan sol eğilimli koalisyon- de protestolar sırasında kaybolmuştu. Akrabaları ve arkadaşları umutsuz bir şekilde Mohamed’i aradı. Onunla en son 27 Ocak’ta 23.30’da konuştular. 31 Ocak’ta ise onu Hilal Ahmar Hastanesi’ndeki yoğun bakım bölümünde komadayken buldular. 4 Şubat’ta ise resmi olarak öldüğü açıklandı.

Mohamed’in vücudunu gören bir arkadaşı Uluslararası Af Örgütü’ne Mohamed’in sırtında ve ensesinde eziklerin de aralarında olduğu işkence izlerine rastladığını söyledi. Mohamed’in parmakları ve ayak parmaklarının şişmiş olduğunu, tırnaklarının gevşek olduğunu ve kafasında da birkaç santim derinliğinde bir yarası bulunduğunu anlattı.

Uluslararası Af Örgütü, Mohamed al-Gendy’nin bir dizi yara aldığı ve beyin kanaması geçirdiği sonucuna varan bir dokümanı gördü.

Mohamed’in kız kardeşi Sara, hastane yönetiminin 28 Ocak’ta Tahrir Medyanı civarında gerçekleşen bir trafik kazası sonucunda hastaneye getirildiğini iddia ettiğini söyledi.

Mohamed al-Gendy’yi tanıyanlar onun işkence sonucu öldüğünden şüphe ediyor. Bu şüpheler Mohamed’in 30 Ocak’ta Gabal Ahmar isyan polisi kampındaki iddia edilen gözaltısı ile ilgili elde ettikleri resmi olmayan bilgilere dayanıyor. O gün, dört arkadaşı Mohamed’in nerede olduğunu öğrenmek için kampa gitmiş. Onlara orada tutulan 67 kişinin kaydı gösterilmiş. Listede Mohamed yokmuş. Arkadaşları, Uluslararası Af Örgütü’ne kamptan ayrılacakları sırada serbest bırakılan bir grup mahkûma Mohamed’in fotoğrafını gösterdiklerini ve içlerinden birinin Mohamed’i tanıdığını iddia ettiğini ve onun Gabal Ahmar’da tutulduğunu doğruladığını, Mohamed’in gözlüklerinin kırık olduğunu ve kafasına bir darbe aldığını söylediğini anlattı.

Mohamed al-Gendy’nin akrabalarının şüpheleri 28 ila 30 Ocak arasında Hilal Ahmar Hastanesi’ne giderek Mohamed’in nerede olduğunu soran başka bir arkadaşının ifadesiyle daha da arttı. Bu arkadaşına da böyle bir hastanın hastaneye yatırılmadığı söylenmiş.

Mohamed al-Gendy’nin iş arkadaşları hastanede, Uluslararası Af Örgütü tarafından incelenen, iki resmi kayda ulaşmayı başarmış; 27 Ocak 14.30 ve 28 Ocak 15.58’de iki ayrı giriş kaydı yapılmış. Bu durum olayın örtbas edildiğine dair daha fazla şüpheye yol açtı.

Mohamed al-Gendy’nin ölümüne dair bir soruşturma Kasr El Nil savcılığı tarafından başlatıldı. Bir görgü tanığı savcılık tarafından sorgulandı ve Mohamed’i Gabal Ahmar kampında gördüğünü iddia etmesi kamuoyuna açıklandı.

Mısır yetkilileri, soruşturmanın kapsamlı, tarafsız ve bağımsız bir şekilde yürütülmesini güvence altına alması ve Gabal Ahmar isyan polisi kampında 27 ila 31 Ocak arasında tutulan herkesin ifadesini de içermesini sağlamasını güvence altına alması çok önemli.

Mohamed’in ölümü ile ilgili olduğundan şüphe edilen resmi kurumlar, yani İçişleri Bakanlığı, hassas bilgilere erişime sahip olmamalı ya da kanıt toplama sürecine dahil olmamalı. Davaya şahit olan herkes baskı ve yıldırmadan korunmalı.

Mohamed’in ölümü, memleketi Tanta’da öfkeli protestolara yol açtı; “25 Ocak Devrimi”nden bu yana süregelen bir huzursuzluk manzarası.

Geçmişten hiçbir şey öğrenmeyerek ve ceza almayarak, güvenlik güçleri yeniden aşırı güç kullanarak ve aralarında çocukların da olduğu protestocuları tutuklayarak olaylara karşılık verdi.

Güvenlik alanında reforma gitme, protestocuları öldürdüğünden ya da onlara işkence uyguladığından şüphe edilenlerin görevden alınması ve sorumluları adalete teslim etme konusundaki başarısızlık işkence ve kötü muamelenin devam etmesine izin veriyor.

Polis şiddeti konusundaki cezasızlık Mübarek döneminin özelliklerinden biriydi. Aradan iki yıl geçmişken Devlet Başkanı Muhammed Mursi, yönetiminin aynı sicile sahip olmamasını güvence altına almak için sonuca götüren eylemler gerçekleştirmeli.