Hükümetler Artık İnsan Hakları Sorumluluklarından Kaçamayacak

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Salil Shetty

Yeterince yiyecek olmadığını veya çocuğunuzun aç kalmasını izlediğinizi hayal edin. Eviniz yerle bir olsa ve yaşayacak başka hiçbir yeriniz olmasa ne yapardınız? Eğer çocuklarınız okula gidemeyecekse ya da hastalandıklarında bir doktor onları muayene edemeyecekse onların geleceğinden emin olabilir misiniz?

Bu, dünya çapında milyonlarca insanın her gün karşılaştığı bir gerçektir.

Her 90 saniyede bir kadın veya kız çocuğu hamilelikte ya da doğum sırasında ölüyor. Her gün binlerce kişi gidecek hiçbir yeri olmadığı için gecekondulara taşınıyor. Son eğilimlere göre, 2020 itibariyle inanılmaz bir şekilde 1.4 milyar insan şehirlerin sınırlarında yaşayacak.

Çok sayıda insanın yeterli barınma, gıda, su, sağlık hizmetleri, sağlık, iş ve eğitim hakkına erişimi engellendi. Bu kaynak eksikliğinden değil, siyasi idare eksikliğinden kaynaklanıyor.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 65 yıldır tüm insanların sahip olduğu ve 20. yüzyılın en dikkat çekici sözleşmesi olan küresel raporunda da belirtilen, en temel ilke ve değerlerden sadece birkaçı olan; işkenceden korunma, düşünceyi özgürce açıklama, adil ve eşit yargılanma ve oy verme gibi hakların güvence altına alınmasına yardım etti.

Evrensel Beyanname kolektif bilincimizin içine yerleşiktir. Bu beyanname hayati bir şekilde sadece bireysel ve politik haklara odaklanmamıştır. İyi ve onurlu yaşamın sağlanmasında önemli rol oynayan ekonomik, sosyal ve kültürel haklara da hitap eder.

Gıda ve temiz su hakkı, eğitim hakkı ve bir ev hakkı, sosyal güvenlik yardımları ve kültürel etkinliklere katılma haklarının tümü, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde koruma altına alınmıştır.

İnsan hayatının bu temelleri, daha 1966 yılında kabul edilen ve 160 ülke tarafından onaylanan Birleşmiş Milletler’in Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde de korunmaktadır.

Ve yine de, hükümetlerin bu hakları koruyan uluslararası yasaları rutin olarak uygulamadığını gördüğümüz sayısız örnek mevcuttur.

Sadece iki örnek vermek gerekirse: Sahra-altı Afrika'da, Nijerya Nehirleri davasındaki duruma bir örnek olarak mahkeme hala devam etmekteyken hükümetin 2009 yılında Port Harcourt’taki kıyı yerleşim yerlerini yıkmasıyla 13.000'den fazla kişi evsiz kaldı. Slovenya'da ise, gayri resmi yerleşim yerlerinde yaşayan Roman ailelerin su ve sağlık hizmetlerine erişimi engellendi. Bu liste uzayıp gidiyor.

Yine de umut var. BM Anlaşması’na bir ek -BM’de Uluslararası Sözleşme’ye dair Seçmeli Protokol ile ilgili bir konuşmada- temel haklarının ayaklar altına alındığını düşünen insanlara telafi imkânı sağlıyor. Sözleşme’nin yan anlaşması olan Protokol, insanlara haklarının ihlal edildiğini düşündükleri anlarda şikâyetlerini doğrudan hükümetlere yönelik yapmalarını sağlıyor.

Başlık belirsiz gelebilir. Ama bu Protokol, özellikle de yoksulluk içinde yaşayanların hakları ihlal edildiğinde, kendi hükümetlerini sorumlu tutmaları için çok önemli bir araç oluşturuyor.

10 ülke böylece şu an vatandaşlarının; ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının korunması için taahhütte bulunarak, anlaşmaya yapılan bu temel eki onayladı. Bu, Protokol’ün 5 Mayıs tarihinde yürürlüğe girmesi anlamına geliyor.

Arjantin, Bolivya, Bosna-Hersek, Ekvator, El Salvador, Moğolistan, Portekiz, Slovakya İspanya ve Uruguay’un oluşturduğu topluluk, herkes tarafından yararlanılması gereken hakların önemini resmi olarak kabul ettiği için övgüyü hak ediyor. Peki ya dünyanın geri kalanı?

Hatta kemer sıkma dönemlerinde bile zengin Batı ülkelerin, tüm vatandaşlarının; temel eğitim, sağlık ve yeterli barınma gibi yaşamın en azından asgari gerekliliklerini sağlaması gerekir. Bu devletler, harekete geçerek Protokol’ü en kısa zamanda onaylamalı ve insanlarına hak ettikleri korumayı vermelidir.

Zengin ve fakir arasındaki uçurum giderek genişlemektedir ve sosyal harcamalar, açıkları azaltmak için kesilmiştir. İster gelişmiş ülkelerde ister küresel güneyde yaşasın, herkesin bu Protokol’ün getirdiği korumaya ihtiyacı vardır.

Şimdiye kadar, tek bir Afrika ülkesi bile bu Protokol’ü onaylamadı. Moğolistan ise Asya’da bunu onaylayan tek ülkedir. Böyle bir yasal mekanizma bu bölgelerdeki insanların hayatlarında, özellikle 2015 yılında sona erecek Binyıl Kalkınma Hedefleri’ni güvence altına alarak, önemli farklılıklar yaratabilir.

Hükümetler, insanlarının iyiliğini düşündüklerini iddia eder. Bu durumda, bu Protokol’ü onaylamalı ve insanlarına hak ettikleri hakları vermelidirler.