Sosyal medya paylaşımlarım, hakkımda hapis cezasına hükmedilmesine nasıl ve neden sebep oldu?

"The Guardian’da yayımlanan haberleri ve köşe yazılarını sosyal medya hesaplarımdan paylaşmam, iki buçuk ay tutuklu kalmama ve hakkımda bir yıl sekiz ay hapis cezasına hükmedilmesine nasıl ve neden sebep oldu?"  
-Hanifi Barış

4 Temmuz 2018’de, herhangi bir iş gününde yaptığım gibi 07:00’de uyandım ve giyindim. Saat 08:30 civarında çalıştığım hukuk bürosunu aradım ve yakındaki bir polis merkezinden telefon geldiğini, sosyal medya paylaşımlarımla ilgili bir soruşturma nedeniyle ifade vermek üzere çağrıldığımı ve bu nedenle biraz gecikeceğimi söyledim. Sekiz yıllık deneyim sahibi bir avukat olduğum ve sosyal medya hesaplarımdan paylaştığım hiçbir şeyin, dünyadaki hiçbir ceza yasası kapsamında suç teşkil etmeyeceğinden emin olduğum için endişelenmiyor ve ciddi bir şey beklemiyordum. Emindim, çünkü paylaşımlarım uluslararası üne sahip medya kuruluşları tarafından İngilizce yayınlanmış olan yazıların “link”leriydi. Bütün işlemlerin bir saat kadar süreceğini ve büroma gitmek üzere çabucak yola koyulacağımı zannediyordum.

Ancak fena halde yanıldığım sonradan ortaya çıktı. Polis merkezine gittim ve soruşturmamı yürüten polis memurunu buldum. Aramızdaki iletişim oldukça dostaneydi. Sosyal medya hesaplarımdan yaptığım paylaşımları içeren kalın bir dosya hazırlamıştı ve o kişinin ben olup olmadığımı sordu. Evet dedim, o benim. Sonra paylaşımları benim yapıp yapmadığımı sordu. Evet dedim, paylaşımları ben yaptım. Daha sonra ise sosyal medya paylaşımlarımın, 3713 Sayılı Kanun’un (Terörle Mücadele Kanunu’nun) 7. Maddesi, 2. Bendine göre terör örgütü propagandası teşkil ettiği gerekçesiyle, hakkımda Diyarbakır’da bir soruşturma başlatıldığını söyledi.

Şaşırmıştım. Neler olup bittiğine anlam veremiyordum. Şaşkın bir halde gülümseyerek memura avukat olduğumu ve o paylaşımlarda yasalara aykırı hiçbir şey olmadığını söyledim. “Paylaşımların hepsi uluslararası saygınlığı olan medya kuruluşlarından” dedim. “Ayrıca, köşe yazılarının birçoğunun yazarları Seyla Benhabib, David Graeber gibi terörle hiçbir alakası olmayan ünlü akademisyenler.” diye ekledim. Beni anladığını ve “kötü biri” olmadığımın farkında olduğunu söyledi, ancak hemen sonrasında “burası Türkiye” dedi.  Sonra resmi ifademi vermemi istedi. Şunları söyledim: “Ben bir akademisyenim. Doktora araştırmamı Türkiye ve Suriye’deki Kürt siyasi hareketleri üzerine yaptım. Bu siyasi hareketler hakkındaki haberleri, köşe yazılarını, analizleri ve raporları okumak ve paylaşmak benim için normal, ve hatta zorunlu. Sosyal medya hesaplarımda akademisyen arkadaşlarımla iletişim halindeyim ve bu birbirimizin paylaşımlarına ve yorumlarına ulaşmamızın en sıradan yolu. Üstelik, dosyanıza aldığınız paylaşımlara hiçbir yorum yapmadım. O satırların hepsi, paylaştığım yazıların bölümlerinin başlıkları veya manşetleri ve alt başlıklarıdır. Soruşturmanın yazılarda kullanılan resimler ve fotoğraflar nedeniyle başlatıldığının farkındayım, ancak bunlar bana ait değil, paylaştığım yazıyla birlikte geliyorlar. Paylaşımlarımda suç unsuru olabilecek hiçbir şey yok. Yazı içerikleri propaganda amacı taşımıyor, bunlar haber veya analiz. Hakkımdaki suçlamaları reddediyorum.”

Polis memuru ifademi adliyedeki savcıya gönderdi ve büyük olasılıkla savcının ifade vermem için ertesi gün beni çağıracağını söyledi. 2 saat sonra ise “savcı seni orada istiyor” diyerek adliyeye gitmemiz gerektiğini söyledi. Orada da ifademi tekrarladım ve yalnızca Kürt siyasi hareketleri hakkında yazılan yazıları değil, İŞİD gibi örgütler üzerine yazılan yazıları da okuduğumu ve paylaştığımı ifade ettim. Savcıya dosyayı hazırlayan polis memurunun muhtemelen İngilizce bilmediğini, bu nedenle fotoğraflara ve resimlere odaklandığını söyledim. İngilizce bilselerdi, paylaştığım yazılarda hiçbir propaganda unsurunun olmadığını anlarlardı.

Savcı İskoçya’da okumanın nasıl olduğu, doktora programına nasıl kabul edildiğim, doktorada maaş alıp almadığım dışında hiçbir şey sormadı. Daha sonra tutuklama talebiyle beni nöbetçi hâkime sevk etti. Şaşkınlığım şoka dönüştü. O ana kadar yalnızdım, çünkü bir avukata ihtiyacım olacağını düşünmemiştim. Kendim avukattım ve paylaşımlarımın içeriğinden emindim: hukuka aykırı hiçbir şey yoktu. Yazıların hepsi The Guardian, The Washington Post, Foreign Policy, The Hill, Business Insider ve Middle East Eye gibi uluslararası medya kuruluşlarının yayımladığı yazılardı. Ancak Türkiye hukukuna ilişkin bilgilerime güvenmekle hata etmiştim. Kolluk gücünün ve yargı erkinin gerçeklik algısıyla benimkinin aynı olmadığı açıkça ortadaydı. Avukat meslektaşlarımı aradım, onlar da beni hâkimin karşısında savundu ama nafile. Hâkim tutuklanmama karar verdi. İki buçuk ay cezaevinde tutuldum. Yargılandığım ceza davası sonucunda bir yıl sekiz ay hapis cezasına mahkûm edilmeme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildi. Bu da beş yıl içerisinde başka bir suçtan mahkûm edildiğim takdirde bir yıl sekiz aylık süreyi de cezaevinde geçireceğim anlamına geliyor. Yani şimdilik ‘özgürüm.’

Fotoğrafların ve yorumların bana ait olmadığını, paylaştığım yazıların parçası olduklarını defalarca belirtmeme, vurgulamama ve altını çizmeme rağmen söylediklerimin savcılar ve hakimler tarafından hiçbir şekilde dikkate alınmadığını görmek benim açımdan işin en dehşet verici kısmıydı. Davanın savcısı ben hiçbir şey söylememişim gibi davrandı. Savunmalarım duymazlıktan gelindi. “Sanık, terör örgütlerinin bayraklarına ve militanlarına ilişkin fotoğraflar ve yorumlar ile bu örgütlerin kullandığı sloganları paylaşarak terörü meşru göstermeye çalışmış ve teröristleri savunmuştur” iddiasını tekrarlayıp durdular. Bu durum, dosyanın Ağır Ceza Mahkemesi’ne taşınmasından sonra da devam etti. Tüm bunların çok büyük hata olduğunu mahkeme salonunda da vurgulamayı sürdürdüm ama nafileydi.

Anlattıklarımdan ders çıkartmak, yani Türkiye’de siyasi gerekçelerle cezaevine gönderilmek istemiyorsanız, bunu kişisel bir anlatı, bir kılavuz olarak kabul edin. Hesap gerçekten çok basit: benim yaptığımın tam tersini yapın, başınıza bir şey gelmez. Ben ne yaptım? Bunu açıklamak daha da basit: Yüksek lisans araştırmasını insan hakları hukuku üzerine yapmış bir avukat olarak hukuki bilgim ve deneyimime güvenmenin yanı sıra, liberal demokrasilerdeki hükümetlerin insan hakları ihlallerine karşı ilkeli bir duruş sergilemelerini bekledim. Ama bir dakika! Tekrar düşününce, bu yazıdaki tavsiyeme harfi harfine uysanız da güvende olacağınızdan emin olamayacağımı fark ettim. Sonuçta hukuki bilgim ve deneyimim Türkiye’de cezaevine gönderilmeme ve bir yıl sekiz ay hapis cezasına mahkûm edilmeme engel olmadı , öyle değil mi? 

Türkiye’deki hukuk ve adalet sistemiyle yaşadığım nahoş maceraların hikayesini sizinle paylaştım, bunları dikkate alıp nasıl davranacağınıza öyle karar verin.

Hanifi Barış
Avukat/Akademisyen