Gezi Parkı Davasında İlk Duruşma
Sondan başlamak gerekirse, saat artık tam olarak gece yarısı, Silivri Cezaevi otoparkında sadece tahliye edilecek yakınlarını bekleyenler kaldı. Cezaevi aracı her otoparka doğru yanaştığında, bir grup insan araca koşup tahliye edilen kişinin kendi yakınları olup olmadığını anlamaya çalışıyor. Yiğit Aksakoğlu’nun tahliye edilmesine karar verilmesinin üzerinden yaklaşık olarak 4 saat geçti ve bu sahne Yiğit için de birkaç kez yaşandı. Ama gruptaki daha ağırlıklı duygu rahatlama ve heyecan olabilir, ne de olsa Yiğit artık özgür.
Tüm bu zamanda ve tahliye kararının verildiği anda, bu haksız tutukluluğun son bulmasının mutluluğu ise tam anlamıyla yaşanamadı. Çünkü duruşmada, Yiğit Aksakoğlu’ndan daha uzun süredir tutuklu olan Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar verildi. Osman Kavala’nın tıpkı duruşmadaki hali, sakin, kararlı ve açık savunmasında olduğu gibi, karar okunduğu esnada da duruşunda hiçbir değişiklik olmadı. Jandarmalar tarafından hızlıca salondan çıkarılırken, salondaki eşini ve kendisini alkışlayan gözlemci ve avukatları sakince selamladı. Kararın açıklanmasını el ele tutuşarak, birbirlerinden güç almaya çalışarak bekleyen Yiğit Aksakoğlu’nun eşi Ünzile Aksakoğlu ile Osman Kavala’nın eşi Ayşe Buğra, sanırım, ilk olarak birbirlerine sarılan insanlar oldu.
Bu haksızlığı ve “neden?” sorusunun cevabındaki hukuksuzluğu iliklerimize kadar hissettiğimiz hafızamızda yer eden bu görüntülerle birlikte Yiğit Aksakoğlu’nun tahliye edilmesini bekledik. Saatler süren bekleyişten sonra Yiğit nihayet geldiğinde, tam da bu davayı takip eden yüzlerce insanın ortak sesi olabilecek bir konuşma yaptı ve şunları söyledi;
“Ne hukuktan anlardım ne mahkemeden ama hukukta öngörülebilirlik diye bir şey olduğunu bu süreçte öğrendim…Ben niye tutuklandım? Niye tahliye oldum? Niye Osman Bey tahliye olmadı? Bu nasıl bir dava? Hukukun öngörülebilirliği nerede? Adalet nerede demek istiyorum, tahliye olmama rağmen… İçerisi aylarca, yıllarca iddianame bekleyen insanlarla dolu. Bu insanlar sonra bir de mahkeme günü bekliyorlar. Sonra bir sonraki duruşma gününü bekliyorlar… Ama hiçbir şey olmuyor aslında. Bu sistemin çok hızlı düzelmesi lazım. Bir laf vardı eğitim sistemiyle ilgili iki sorun var diye. Bu hukuk sistemi için de geçerli. İki temel sorun var; 1- hukuk yok, 2- sistem yok… Osman Bey için çok üzgünüm.”
Tekrar iki günlük duruşma sürecinin başına dönersek; Gezi Parkı eylemlerini konu alan ve bu eylemleri Osman Kavala’nın başını çektiği bir yapılanma içerisinde 16 kişinin yürüttüğü, yönlendirdiği ve devamında da bu eylemlerin yayılması için çalıştığı iddiası ile açılan davanın ilk duruşması 24 ve 25 Haziran tarihlerinde Silivri’de görüldü.
Davanın temelinde yer alan Gezi Parkı eylemlerinin bir (veya daha fazla) yürütücüsü veya yönlendiricisi olduğu yönündeki görüş, eylemlerin gerçekleştiği 2013 yılından bu yana bir kesim tarafından savunuluyor. Diğer bir görüş ise eylemlerin kendiliğinden ortaya çıkan toplumsal bir hareket olduğu ve bunun dayanağını da Gezi Parkı eylemlerine katılanların birbirinden farklı sosyal, sınıfsal, etnik ve ideolojik gruplardan geldiğine dair araştırma sonuçları ve katılanların kendi anlatımları oluşturuyor.
Yine kimi gruplar/kişiler Gezi Parkı eylemlerinin şiddet içerdiğini iddia ederken, diğer gruplar/kişiler ise eylemlerin tamamen barışçıl olduğunu veya çoğunlukla barışçıl bir toplanma olduğunu düşünüyor.
Bununla birlikte bu dava için de öncelikli konu Gezi Parkı eylemlerinin nitelendirmesi ve yapısal analiziyle ilgilenmek değil, artık görülmekte olan bir ceza davasında temel ceza yargılama hukukunun ve insan hakları hukukuna dair temel ilke ve yasaların ne ölçüde uygulandığı veya uygulanmadığı olmalıdır. Aksi durum yargının ideolojik için araçsallaştırılması tehlikesini beraberinde getiriyor.
Tam da bu yüzden Anayasa Mahkemesi 22 Mayıs 2019 tarihli kararıyla her ne kadar Osman Kavala’nın tutukluğu kapsamında yapmış olduğu bireysel başvuruda ihlal bulunmadığı yönünde karar vermiş olsa da karşı oy gerekçelerinden birinde, Mahkeme başkanı Zühtü Arslan da; Anayasa Mahkemesi’nin görevinin bu nitelendirmelerden birini kabul etmek olmadığını belirtiyor ve
“Hiç kuşkusuz Türkiye’nin hemen hemen tüm illerine yayılan eylemelerde barışçıl gösteriler olduğu gibi, şiddet içeren ve bunun sonucu ölüm ve yaralanmaların meydana geldiği olaylar da yaşanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi Gezi olayları bağlamında yapılan bireysel başvurularda da kategorik bir değerlendirme yapmamakta, öncelikle başvurucuların katıldıkları toplantının barışçıl nitelikte olup olmadığını tespit etmektedir. Mahkeme başvurucuların katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin şiddete evrildiği durumlarda dahi başvurucunun şiddete başvurup başvurmadığını belirlemektedir.” diyor.
Aslında davayı gören Mahkeme’nin de gerektiği gibi, tarafsız ve bağımsız bir yargılama yapabilmesi için bu perspektifi koruması beklenir. Çünkü Gezi Parkı eylemlerinin kendiliğinden gelişen bir toplumsal hareket olduğunu düşünürseniz bu davanın temel iddiasının, bu eylemleri bir kısım kişilerin organize ettiği olduğunu göz önüne alarak bu davayı reddetmeniz gerekir.
Diğer yandan, aksi yönde bir görüşe sahipseniz, bu durumda organizasyon iddiasını destekleyecek kanıtlar bulmaya çalışır ve olmayan olguları ve kişileri bir araya zorla getirerek bu iddiayı kanıtlamaya çalışırsınız.
Bu nedenle Zühtü Arslan’ın da belirttiği gibi, esas olan hangi şiddet eylemlerinin gerçekleştirildiği ve bu eylemleri kimin işlediğine dair delillerin dava açılırken, ceza yargılaması usulü gereğince, yeterli şüphe oluşturacak kuvvette ortaya konabilmesidir. Diğer deyişle şimdiye kadar bu bilgi, delil, bağlantılar zaten dosyada olmalıydı.
Davanın ilk duruşmasında da sanıklar, Gezi Parkı eylemleriyle ilgili görüşlerini, bu eylemlere barışçıl katılımın neden suç değil hak olduğunu açıklamaya çalışmakla birlikte,
- ”Hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevini kısmen ve tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs suçu”ndaki maddi unsur olan şiddet ve cebrin kendi hayatlarında karşılığını (karşılığının olmadığını) ve dava dosyasının hiçbir yerinde bu türden eylemlerin faili olduklarına dair bir delil de olmadığını
- Kendi aralarındaki tanışıklık seviyelerini veya hiç tanışmamışlıklarını
- Dolayısıyla da aralarında -varsa tanışıklık dışında- ne gevşek ne de sıkı bir hiyerarşi veya başkaca bir bağ olamayacağını
anlattılar. Dosyada bu hiyerarşiyi yapıyı ortaya koyan bir delil ise zaten mevcut değil; birçok kişinin birbiriyle tek bir telefon görüşmesi dahi bulunmuyor.
Haklarında yakalama kararı bulunan 6 sanık ve ayrıca sanıklardan İnanç Ekmekçi duruşmada hazır değildi ve bu nedenle savunmalarını gerçekleştiremediler.
Başta tutuklu sanıklar Yiğit Aksakoğlu ve Osman Kavala olmak üzere, sanıklar her salona giriş ve çıkışlarında izleyicilerin alkışlarıyla karşılandılar. Bu alkışlara Mahkeme Heyeti Başkanı, sadece bir defa, Mücella Yapıcı’nın savunmasını yaptığı sırada gelen alkış sırasında, “Sanık ve sizler için savunmayı dinlemek ne kadar önemliyse benim için de o kadar önemli” diyerek müdahale etti.
Heyet Başkanı esasen geçici olarak görevlendirilmiş, heyet üyesi hakimlerden biriydi. Ancak 10 Temmuz’da yayımlanan HSK yetki kararnamesi ile geçici başkanlık yapan heyet üyesi, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanlığı görevine getirildi.
Sanıklardan her biri savunmalarında, kendi özel ve mesleki yaşantılarından örnekler ile haklarındaki iddialara hatta delillere tek tek yanıt vererek suçlamaların kendileriyle ne kadar bağlantısız olduğunu açık bir şekilde ortaya koydular.
Örneğin Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Çevresel Etki Değerlendirme Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı, Taksim Dayanışması ile bağlantılı olarak Gezi Parkı eylemleri kapsamında ikinci kez yargılandığını, her iki dosyada da telefon konuşmaları da dahil olmak üzere kendisi hakkındaki delillerin birebir aynı olduğunu belirtirken, tekrar hakkında aynı delillerle bir dava açılırsa, yine aynı savunmayı yapacağını söyledi. Elbette aynı suçtan sadece bir kez yargılama yapılabileceği ve sadece bir kez ceza verilebileceğine dair evrensel ceza hukuku/yargılaması prensibini (non bis in idem) tekrarlamak gereksiz.
Mücella Yapıcı, iddianamedeki cezalandırma talep edilen suçlardan biri olan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet suçlamasını “komik” ve “gülünç” bulduğunu söylerken tüm meslek yaşantısını üzerine kurduğu değerlere ve çalışmalarına taban tabana zıt bu suçlama karşısında daha fazla söyleyecek bir söz bulamamış olmalı.
Benzer şekilde ancak cebir ve şiddet kullanılarak işlenebilen “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini tamamen veya kısmen yapmasını engellemeye teşebbüs suçu” ile yargılanan Yiğit Aksakoğlu hakkındaki temel iddialardan biri, şiddetsiz eylem üzerine çalışmaları olduğu ve Aksakoğlu’nun savunmasında yer verdiği üzere, hiçbir içerik yayınlanmamış siddetsizeylem.org sitesinin alan adının satın alınmış olması da bir diğer tezat olarak dava yer alıyor.
Yiğit Aksakoğlu da bir sivil toplum uzmanı olarak; sivil toplumun yöntem olarak şiddeti teşvik etmediğini, şiddeti dışladığını, eylemleri ve araçlarının şiddet içermediğini tek tek anlatırken bütünü içerisinde sivil toplum faaliyetlerini, örgütlenme özgürlüğünü suç olarak kabul eden iddianameyi makul şekilde yanıtlamaya çalıştı. Şiddetin ne olduğu ve neden bu davada yer alan konuşmalar veya eylemlerle bir ilişkisi olmadığını, neticede yaşadığı haksızlığın boyutunu şu cümlelerle anlattı;
“Sokak ortasında üç kadına şiddet uygulayarak hastanelik eden bir adamın, bir siyasi parti genel başkanını yumruklayan başka bir adamın ya da gazetecileri hastanelik eden adamların isimleri bile baş harfleriyle verilirken şiddet içermeyen eylemi savunmayı düşünmek, bu yönde yalnızca alan adı satın almış olmak dahi önemli bir suçmuş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Biliyorum tekrar olacak, ama bu sebeple 7 ay 220 gündür tek başıma 10m2’lik bir hücrede tutuluyorum. Bahsettiğim bu adamlar nezarette bir gece geçirmediler. Bunu mantığın bile kabul etmesi güç geliyor.”
Osman Kavala ise savunmasında hayatının hiçbir safhasında özgür seçimler dışında bir yöntemle Hükümet değişikliği düşüncesine yakın olmadığını; 1980’lerin başından itibaren aktif olduğu iş hayatında, önemli olduklarına inandığı projeleri ve yatırımları gerçekleştirirken, ülkenin demokrasi kültürüne ve kültürel birikimine katkıda bulunmaya gayret ettiğini anlattı. Hakkında gevşek bağla da olsa hiyerarşik bir yapıyı yöneterek hükümeti ortadan kaldırma iddiası olan bir kişinin, konuşma ve faaliyetlerinde bulunması beklenecek gizliliğin kendi yaşamında hiçbir karşılığı olmadığını da net bir şekilde ortaya koydu.
Gerçekten de hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs eden bir grubun lideri olmak suçlamasıyla yargılanan Osman Kavala dosyada yer alan “tape”lerden birindeki telefon konuşmasında şöyle diyor:
“…Bizim aslında hani bu Gezi olaylarından sonra şeyimiz isteğimiz hayal ettiğimiz şey yerel iradelerin daha şeffaf bir hale gelmesi daha katılımcı bir modelin ortaya çıkması yani buradan doğan enerjinin de demokratik muhalefet unsuru olarak veya demokratik baskı aracı unsuru olarak işlev görmeye devam etmesi…. Kurumsal belediyelerin kurumsal olarak şeffaflaşmalarına ve sivil toplumun denetimine açık olmalarına imkân verecek bir takım adımlar nasıl attırılabilir?”
Yerel iradelerin şeffaflığı, katılımcı model yani katılımcı demokrasi, demokratik muhalefet kavramlarıyla konuşan ve bunları mesele edinen birinin nasıl olup da hükümete karşı anayasal suç işleme gayretinde, amacında olduğunu açıklayamayan iddianameyi kabul eden Mahkeme’nin bu konuşmaları da şüphesiz dikkate alması gerekecek.
Neticede sanık savunmalarının tamamlandığı, avukat savunmalarının tahliye taleplerine dönük olanlarının dinlendiği, iki günlük duruşma sonunda, Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamına, Yiğit Aksakoğlu’nun tahliyesine karar verildi. Ancak Kavala hakkındaki karar gerekçesi, ilk tutukluluk gerekçesiyle neredeyse aynı ve aradan geçen 2 yıla yakın bir sürede dosyada hangi gelişmelerin gerçekleştiği sorusunu akla getiriyor.
Bir sonraki duruşma 18-19 Temmuz tarihlerinde görülecek. Duruşmayı izlemek üzere Silivri’de olacağız.
Av. Duygu Türemez
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Dava Gözlem Program Sorumlusu
Blog
- İnsanlığın geleceğini güvence altına almak için küresel olarak harekete geçmeliyiz
- 2024’ün ilk yarısında elde edilen insan hakları kazanımları
- Gazze'de acil bir ateşkes, uluslararası toplumun kendisini yeniden yaratması için bir zorunluluktur
- “Temas kurmak, güvenli alanlar yaratmak ve varoluşumuzu kutlamak için Trans Onur Yürüyüşü’ne ihtiyacımız var”
- Oyun Fransa için değişmiyor: Paris Olimpiyatları ve sporda başörtüsü yasağı
- Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın Yeri Galatasaray Meydanı’dır!
- Bölünmez Bütünün Bölünmez Bütün Mücadelesi
- İşgal Altındaki Filistin Topraklarında İsrail’in Apartheid Rejimi