Dünyanın en büyük gazeteci hapishanesinden notlar

‘Türkiye dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi.’

Ağzımızdan düşmeyen bu cümleyi tekrarlaya tekrarlaya yabancılaştığımı hissettim. Gazetecilerin yalnızca gazetecilik faaliyetinden cezaevine gönderilmelerine karşı çıkıyordum ama birkaçının davası dışında çok da bilgi sahibi değildim: Kimdi bu insanlar, hayata nasıl tutunuyorlardı? 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü öncesi tutuklu gazetecileri ziyaret etmeye karar verdim.

İlk durağım Bakırköy Kadın Ceza İnfaz Kurumuydu. Hava güneşliydi, bahar yeni gelmişti ama cezaevinin içi hâlâ soğuktu. Neredeyse 3 yıldır cezaevinde olan ve “Anayasal düzeni ortadan kaldırma teşebbüs” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet cezasına mahkum edilen Nazlı Ilıcak, evde, tanıdıklarının telefonunu yazdığı defterin “terör” suçlamalarıyla ilişkilendirilmesinden ötürü şaşkındı.

Yazı içerisinde yer alan gazetecilerin görüşleri, fikirleri, yazılı ve görsel ifadeleri UAÖ’nin görüşünü yansıtmaz. Bu konuda UAÖ’nün sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir.


Nazlı Ilıcak'ın mektubu

‘Sanki bir mezar içinde kalmışsın...’
75 yaşındaki Ilıcak artık çocukları ve torunlarıyla birlikte olmak istiyor ve hayatını çok özlüyordu. Ilıcak’a nasıl olduğunu sorduğumda, cevabı “Sanki bir mezar içinde kalmışsın, ulaşmak, tutunmak istiyorsun, yapamıyorsun” oldu.

Ondan bizim Basın Özgürlüğü Günü kampanyamız için bir yazı yazmasını rica ettiğimde yüzü ciddileşti, eline kalemini alıp yazmaya başladı: O an cezaevi duvarlarını aştığını ve yeniden gazeteci olduğunu görebiliyordum. Nitekim görüştüğüm diğer tutuklu gazeteciler de kalemi ellerine aldıklarında yüzlerinde işini seven ve ciddiye alarak yapan bir gazeteci beliriyordu. 

Bir diğer görüştüğüm kişi de Etkin Haber Ajansı (ETHA) Muhabiri Pınar Gayıp’tı. Kısa saçları, boncuklu hızması ve güler yüzüyle beni karşıladı. “Terör örgütü üyeliği” ve “Propaganda yapmak” suçlamalarıyla yargılanan Gayıp hakkında sosyal medya postları ve yasal bir kurum olarak faaliyet gösteren “ETHA’da çalışıyor olması” delil olarak sunuluyor. 

Gayıp, içeride yaşadığı en zor günün, 700. Haftada Cumartesi Anneleri’ne polisin müdahale ettiği gün olduğunu söyledi. Gayıp, “Cumartesi Anneleri’ne saldırırlarken canımdan bir şey koparılmış gibi oldu. Keşke orada olabilseydim” dedi. Aynı davada yargılanan ETHA Editörü Semiha Şahin ise tutsaklığı en çok baharda hissettiğini ancak yeni dostluklar geliştirdiklerini ve dışarıda okumadıkları kadar okuduklarını söyledi. O da Gayıp gibi, Cumartesi Anneleri’ne 700. haftada yapılan müdahaleyi gözleri dolu izlediğini ve o anı hiç unutamayacağını belirtti. 

Satır aralarını okuyarak haberi anlamaya çalışıyorlar
Tutuklu gazetecilerin en büyük sıkıntısı, istedikleri yayınlara ulaşamamaları. Özellikle son dönemde Yeni Yaşam gazetesinin cezaevlerine dağıtımının yasaklanması, habere erişimlerini iyice daraltmış. Satır aralarını okuyarak haberi anlamaya çalışıyor, “Şunun anlamı şu olmalı” derken buluyorlarmış kendilerini. Bazen de olayı vermeden yalnızca olaya tepkinin haberini görüyor, oradan ne olduğunu anlıyorlarmış. 

Görüştüğüm tüm tutuklu gazeteciler Evrensel gazetesini ve televizyonda da Halk TV ile Fox TV’yi takip ettiklerini söylediler. Ancak artık Evrensel gazetesi dışında neredeyse hiçbir yerde gazeteci davalarının haber olmamasından yakındılar.
Yaklaşık 3 yıldır cezaevinde olan ve davasının temyiz süreci devam eden Hanım Büşra Erdal ise tutukluyken dünyasının giderek küçüldüğünü, ailesi ve kendisinden ibaret kaldığını anlattı. Erdal, yaşadığı süreçte kendisini sahipsiz, hukuksuz ve güvencesiz hissetmiş, yargıdan ümidini kesmiş. 

Kapatılan Özgürlükçü Demokrasi Muhabirleri Tuba Bulut ve Reyhan Hacıoğlu ise 2 Mart’tan bu yana açlık grevindeydi. Her ikisi de iletişim sıkıntısı yaşadıklarını ve mektuplarının geç verildiğini söyledi. Tuba Bulut, açlık grevi ve talepleri görmezden gelindiği için buna tepki olarak açlık grevine başlamış. Reyhan Hacıoğlu “Basından korkuyorlar” diyor, “Keşke biz yazmayınca yaşanmasa, ama yaşanıyor”. Neyi özlediğini sorduğumdaysa “Daha güzel bir ülkenin haberini yapmayı özledim” diye yanıtlıyor. 
Tutuklu kadın gazeteciler koğuşlarına dönüyor. Elimde yazdıkları yazılar, hava kararmış, bahar sıcağı unutulmuş. Sırada Silivri’deki erkek gazeteciler var.

Dev bir cezaevi: Siliviri 
Birkaç gün sonra Silivri’ye doğru yola çıkıyorum. Bahar iyice belirginleşmiş, kır çiçekleriyle kaplı yollardan dev bir cezaevine varıyorum. Yaklaşık 20 bin tutuklu ve hükümlünün bulunduğu Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, kendi içinde küçük bir şehir gibi. 
3 yıldır cezaevinde tutulan, “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkum edilen Yakup Çetin’le görüşüyorum. 
Çetin en büyük sıkıntıyı ise savunma yaparken yaşamış. Savunmasına koyduğu her bir cümle için “Acaba bu cümleyi nasıl anlarlar?” diye kafasında defalarca evirip çevirmiş: ‘Çok masumane de olsa yazamıyorsun, ne anlayacaklarını kestiremiyorsun. En sonunda da “lanet olsun” deyip o cümleyi çıkarıyorsun.’
İlk defa ailesi dışında birisi tarafından ziyaret edilen Çetin, “Cumhuriyet’teki arkadaşlar tırnak içinde çok şanslılar, yalnız değiller. Sanki biz 2. sınıf gazeteci gibi görülüyoruz” diyor.

‘Cezaevi kütüphaneleri tarihinin en entelektüel dönemini yaşıyor’
Son görüştüğüm tutuklu Gazeteci Eren Erdem ise “Kusura bakmayın bugün temizlik günü, çamaşır suyu kokuyor olabilirim” diyerek karşılıyor beni. Koğuş arkadaşlarıyla bir rutin oluşturmuşlar, okudukları kitapları birbirlerine anlatıp tartışıyorlar, diğer işleri de beraber yapıyorlar. 
Cezaevi yönetimi oğlunun bir fotoğrafını 15 gündür kendisine teslim etmemiş. Bu duruma anlam veremeyen Erdem, “Çocuğunuzu görmeniz mahkeme tarafından engelleniyor, fotoğrafına bakmanız ise cezaevi yönetimi tarafından engelleniyor” diyor. 
Karşı gazetesinde yer alan haberler nedeniyle 4 yıl 2 ay hapis cezasına mahkum edilen Erdem, Silivri’de tutuklu kalan gazetecilerin ardında çok iyi kitaplar bıraktığını söylüyor, cezaevi kütüphanelerinin “Tarihinin en entelektüel dönemini yaşadığını anlatıyor.
Bu insanların yalnızca gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde tutulmasını, uydurma delillerle suçlu ilan edilmesini aklım almıyor. Üzerimde tutuklu gazetecilerin ve yaşanan haksızlığın ağırlığıyla oradan ayrılıyorum.

Beril Eski
UAÖ Türkiye Basın Koordinatörü

*Bu yazı Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Basın Koordinatörü Beril Eski tarafından yazılmış ve ilk olarak Evrensel gazetesinde yayımlanmıştır. Beril Eski avukat olduğu için cezaevlerini ziyaret edebilmiştir.