Cumhuriyet Gazetesi Davası'nda Savcı Mütalaasını Açıkladı

Duygu Türemez
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Dava Gözlem Program Sorumlusu

 

9 Mart ve 16 Mart Tarihli Duruşmalar Gözlem Raporu

 

9 Mart

Cumhuriyet Gazetesi Davası’nı izlemek, ülkenin bugününü şekillendiren bir yakın siyasi döneme yeniden tanıklık etmekle eşdeğer. Duruşmalardaki savunmalar, Mahkeme’nin soruları, dinlenen tanıklar, dosyaya delil olarak giren belgeler bir araya getirildiğinde, davaya eşlik eden soyutluk bir yere oturabiliyor. Buna, soyutluğun kendisini – bu davalar sürdükçe, yenileri eklendikçe- neden muhafaza edeceği ve soruların ancak ve ancak erkin kullanımı ve yargı bağımsızlığına, tarafsızlığına dair birçok olumsuzlukla cevaplandırılabileceği de dahil.

Duruşmalar Silivri duruşma salonunda gerçekleşiyor. Davayı izlemeye gelen insan hakları savunucusu, avukat, gazeteci, meslek birliği temsilcisi sayısı ile birlikte bu duruşmaların Silivri gibi uzak bir yerde gerçekleşmesinin dahi davanın takibinde bir eksilme yaratmadığı konusuyla birlikte, duruşma salonunun büyüklüğü olumlu bir gösterge olarak yorumlanabilir.

Aslında duruşmadaki seyrin, bir yanıyla gazetecilere karşı açılan onlarca dava ile mücadele eden ifade özgürlüğü savunucuları, diğer yanda duruşma salonu düzeninde dahi kendini hissettiren baskıcı eğilime  dair görünümler taşıdığını söylemek yanlış olmaz.

Duruşma başlarken, izleyicilerin bir kısmının dakikalarca duruşma salonu önünde bekletilmeleri, duruşmayı izlemeye gelen avukatların talep etmelerine ve sanık müdafilerin yanında çok sayıdaki boş koltuğunun varlığına rağmen avukat değil izleyici kısmına alınmaları, avukatlar tarafından tepkiyle karşılandı. Cumhuriyet Gazetesi davasına bakan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti davada, katı duruşma düzeni uygulamasıyla tanınıyor. Davayı takip edenlerin bildiği gibi, davada sanıklardan biri olan gazeteci Ahmet Şık’a 25 Aralık 2017 tarihli duruşmada “savunmasının siyasi olduğu” gerekçesiyle savunma yapma izni verilmemiş ve hatta Şık, duruşma salonundan Heyet Başkanı’nın talimatıyla çıkarılmıştı.

Duruşma salonundaki gergin atmosfer benim de avukat bir gözlemci olarak kişisel düzeyde ayrıca deneyimlediğim bir husus oldu. Silivri duruşma salonunda gerçekleşen duruşmalarda, izleyicilere ayrıların sıralarda otururken telefon kullanılmasına izin verilmiyor ve izleyici kartıyla duruşmaya giren kişilerin telefonları bina girişinde jandarma tarafından teslim alınıyor. Ancak bu uygulama esasen herhangi bir yasal düzenlemeye dayanmıyor. Örneğin İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde herhangi bir Ağır Ceza Mahkemesi’nde izleyici olarak girdiğiniz bir duruşmada, duruşma düzenini bozacak bir kullanım olmadığı sürece telefonlarınızı kullanmanıza izin veriliyor. Ancak Silivri’de her halde, avukat kimliğinizi vererek binaya giriş yaptığınız takdirde, telefon üzerinizde kalıyor. Ben de avukat kimliğimi teslim ettiğim için, telefonumu yanıma almış ancak (bilinçli olarak ve bağımsızlık gereği) izleyici kısmına oturmuş bir şekilde telefonuma bakarken, yanımda oturan avukat arkadaşımın “Sana sesleniyorlar sanırım” demesiyle kafamı telefondan kaldırdım. Hemen karşıda, izleyici parmaklığına vücuduyla eğilmiş, işaret parmağıyla da beni ayağına çağıran memuru gördüm.

Yaklaşırken telefonumu teslim etmem gerektiğini söyleyen görevliye bunun makul bir dayanağı olmadığını anlatmanın yolunu düşünüyordum ki o sırada, birkaç avukat arkadaşımız daha aynı uyarıyı, aynı üslupta alınca, izleyici avukatların sesi yükseldi. Avukatlar, telefon kullanımına duruşma salonunda ayrıca bir düzensizlik yaratmadığı sürece müdahale edilemeyeceğini, avukatların da telefonu nasıl kullanacaklarını bilen kişiler olduğu ve özellikle uyarıdaki üslup konusunda görevli memuru uyardılar. Sonunda memur,  aramızdan seçtiği bir avukat arkadaşımızı Baro’ya şikâyet edeceğini söyleyerek konuyu kapattı.

Duruşma tanık beyanlarıyla başladı. Ancak tam da bu aşamada yine salonda tepkiyle karşılanan bir tanık dinleme süreci yaşandı. Zira Cumhuriyet Gazetesi’nden çok uzun yıllar önce ayrılmış bu ilk iddia makamı tanığı, Ceza Muhakemesi Kanunu’na aykırı bir şekilde yaklaşık 45 dakika süren, söz hakkının usule aykırı kullanımı olarak kolaylıkla tanımlanabilecek biçimde beyanda bulundu. Mahkeme Heyeti ve Başkan, tanığın hiçbir noktada sözüne müdahale etmediler. Her ne kadar CMK’nın 59(1). maddesi tanığın, tanıklık ederken sözünün kesilemeyeceğini düzenlese de, tanığın, dava konusu maddi olgularla ilgisi neredeyse hiç olmayan kişisel kanaat ve yorumlarından oluşan beyanda bulunması da usule uygun bir tanıklık olarak değerlendirilemez. CMK’nın ilgili düzenlemesine göre; “Tanık, yargıç sormadıkça kanaat ve değerlendirmelerini söylememelidir.” Oysa tanığa Mahkeme neredeyse hiç soru yöneltmedi ve beyanı sonuna kadar dinleyip ancak sonunda müdahale etmek zorunda hisseden sanık müdafilerinin tanığın dinlenmesi usulüne dair itirazlarını da değerlendirmedi. İddia makamı tanığı kendisine verilen sürede büyük bir rahatlıkla ve zaman zaman da sanık müdafileriyle tartışmaya girerek beyanlarını sundu. Beyanın alınması usulü, sanık müdafileri tarafından, Savcılık makamının tanıkları koruduğu yönündeki eleştiriyle karşılandı. Tanık, beyanı sırasında dosyadaki belgelere, özellikle bilirkişi inceleme raporuna atıfta bulundu. Bununla ilgili olarak sanık müdafilerinden biri söz alarak tanığın dosyayı görmesinin, dosyaya iki gün önce giren ve sanık müdafilerinin bir kısmının dahi henüz göremediği bir rapordan bahsetmesinin ortaya koyduğu şüpheye dikkat çekti.

İddia tanıklarından sonra savunma tanıkları da beyanlarını sundu. Savunma tanıkları ise uzun olmayan ve Mahkeme’nin sorularıyla şekillenen bir biçimde tanıklık yapmayı tercih ettiler.

Tanık beyanlarının tamamlanmasından sonra Savcı mütalaasında, tutuklu gazetecilerin tutukluluk hallerinin devamını istedi. Mahkeme ise ara kararında, Ahmet Şık ve Murat Sabuncu’nun tahliyesine Akın Atalay’ın ise tutukluluk halinin devamına karar vererek duruşmayı, Savcı’nın esasa hakkındaki mütalaasını sunması için 16 Mart gününe erteledi.

16 Mart

Ahmet Şık ve Murat Sabuncu’nun tahliyelerinden sonra ortak beklenti ve istek kalan son tutuklu Akın Atalay’ın da 16 Mart günü artık özgürlüğüne kavuşması yönündeydi. Duruşma, beklendiği üzere Savcılık makamının esas hakkındaki mütalaasını açıklamasıyla başladı.

Mütalaanın okunması yaklaşık olarak 3,5 saat sürdü.

Savcı mütalaasında, Cumhuriyet Gazetesi’nin yayın politikasında değişikliğe gidilerek yapılan haberler ile terör örgütlerinin sevimli gösterilmeye çalışıldığını ileri sürdü. Mütalaada “Örgütün eylemlerinin açıkça kınanmaması da örgüte üstü kapalı destek olmak” şeklinde yorumlandı. Mütalaa okunurken, atılı suçlar ile ilişkilendirilen deliller salonda tepkiye neden oldu.

Mütalaa ile Savcı, sanıkların tümünün “hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan” beraatlarına; Akın Atalay’ın tutukluluğunun devamına; Ahmet Şık, Akın Atalay, Hikmet Çetinkaya, Orhan Erinç, Önder Çelik, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Kara, Güray Öz, Bülent Utku, Aydın Engin, Kadri Gürsel ve Murat Sabuncu'nun “örgüte üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan” ayrı ayrı cezalandırılmalarına; Turhan Günay, Bülent Yener ve Günseli Özatalay’ın “örgüte üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan” da beraatına karar verilmesini talep etti.

Mahkeme ara kararında Akın Atalay’ın tutukluluğunun devamına karar verdi.

Davada artık sonra doğru yaklaşılıyor. Bir sonraki duruşma, 24-27 Nisan tarihleri arasında yine Silivri’de görülecek. Bu duruşmalarda sanıklar ve müdafileri esas hakkındaki mütalaa karşısında son savunmalarını yapacaklar. Mahkeme bu aşamadan sonra kararını açıklayacak.

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi olarak duruşmayı izleyeceğiz.