“Artık eskisinden daha da kararlıyım”

Halen tutuklu olan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü İdil Eser ile Silivri Cezaevi'nde görüşen Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Salil Shetty, Newsweek'e bir yazı kaleme aldı

Yürürken üzerimde yükselen gözcü kulelerindeki silahlı gardiyanların attığım her adımı izlediklerini net bir şekilde hissedebiliyordum. Türkiye’nin en yüksek güvenlikli cezaevinin en yüksek güvenlikli bölümünde, iş arkadaşım ve dostum İdil Eser’i ziyaret etmeye gidiyordum. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin Direktörü İdil, iki ayı aşkın bir süre önce dokuz insan hakları savunucusuyla birlikte absürt terör suçlamalarıyla gözaltına alınmıştı. İnanılması güç ama, onu haftada bir, bir saat boyunca gören avukatları ve de bir milletvekili dışında İdil’in ilk ziyaretçisi ben olacağım.

OHAL hükümleri tutukluların ziyaretini yalnızca doğrudan akrabalarıyla sınırladığından, hayatta birinci derecede yakını olmayan İdil için bu durum tüm arkadaşlarından koparılması anlamına geldi.

Bundan birkaç gün önce, Türkiye’ye varır varmaz İdil’i ziyaret etmeye çalışmış ama cezaevinin kapısından geri çevrilmiştim. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ile Ankara’da bir görüşme yapıp, ziyaret izni tanınması için çağrımızı yineledikten sonra nihayet onu görebilecektim.

Avrupa’nın en büyük ceza infaz kurumu olan Silivri, bugüne kadar hayatımda gittiğim tüm cezaevleri arasında en sofistike ve göz korkutucu olanı. Heybetli kapısından giriş yapıp, kibar gardiyanlar tarafından vücut aramasına tabi tutularak, metal detektörlerinden ve göz tanıma cihazından geçtikten sonra kendimi betondan devasa bir şehirde buldum.

Ancak büyüklüğüne rağmen – nitekim Silivri yaklaşık 17 bine kadar kişi alabiliyor – ben yürürken cezaevi kampüsü ürkütücü bir şekilde ıssız. Ağır sessizliği sadece ara sıra duyulan bir cezaevi kapısının metalik tıkırtısı ya da bir gardiyanın keskin düdük sesi bozuyor. 

İdil’in tutuklu bulunduğu sarı beton binalar diğer cezaevi binalarından yüksek bir duvarla ayrılıyor. Son bir güvenlik taramasından geçtikten sonra aydınlık bir şekilde ışıklandırılmış, penceresiz, büyük bir odaya götürülüyorum. Odanın ortasındaki masaya tam oturduğum sırada odanın diğer tarafındaki kapı açılıyor. İçeri giren İdil.  

Beni görünce yüzünde şaşkınlık ve mutluluk ifadesi beliriveriyor ve gözleri o tanıdık enerjiyle ışıldıyor. “Salil!” diye çığlık atıyor, bir yandan ona eşlik eden iki gardiyandan uzaklaşıp kollarını açarak bana doğru koşarken.

Birbirimize uzun bir süre sıkı bir şekilde sarılırken içimi yoğun bir duygu sardı. “Bu ne büyük bir sürpriz!” dedi. “Türkiye’de olduğunu ve beni görmeye çalıştığını biliyordum ama izin almanı beklemiyordum. Buna hiç ihtimal vermemiştim.”

İdil, o her zaman tanıdığımız ve sevdiğimiz İdil’di: güler yüzlü ve pozitif. “İyiyim,” diyordu yüzünde çiçekler açarak. “Görmüyor musun? Yoga yapıyorum, spor yapıyorum, Rusça öğreniyorum, bütün gazeteleri okuyorum ve hiç boş durmuyorum.”

Ancak buna rağmen İdil, yalnızlığın çok zor olduğunu kabul ediyor. Her ne kadar hücresini başka bir kadınla paylaşıyor olsa da, Özlem Dalkıran gibi, onunla birlikte tutuklanan diğer insan hakları savunucularıyla konuşabilme imkanı bile bulamamış. “Özlem benden sadece üç kapı uzakta ama onunla ilgili bir şey öğrenmek istiyorsam gazetelerde arayıp bulmam gerekiyor,” diyor. 

“Diğer tutuklular gibi iki haftada bir telefon iznim de yok ve bana gönderilen hiçbir mektubu alamıyorum. Alabildiğim tek şey, avukatım tarafından bana iletilen mesajlar.”

İdil, Silivri’de geçirdiği sürenin, mahkumların neler yaşadığını çok daha fazla takdir etmesini sağladığını söyledi. Gelecekte de mahkumların hakları için kampanya yapmayı düşünüyor. 

İdil’e arkadaşlarıyla yaptığım toplantıyı ve Adalet Bakanı’nın, akrabası olmadığı için arkadaşları tarafından ziyaret edilmesi yönündeki talebimize olumlu bakıyor gibi göründüğünü anlattım. Kedilerine iyi bakıldığını eklemeyi de ihmal etmedim.

İdil, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi çalışanlarının onun yokluğunda nasıl olduğunu da merak ediyor. Değil cesaretleri kırılmak, gece gündüz durmadan çalışan ve yoğun bir adaletsizlik duygusuyla daha da kamçılanan ekibinin her zamankinden daha motive ve kararlı olduğunu söylediğimde gururla gülümsüyor.

Sohbetimiz o kadar doğal bir şekilde ilerliyor ki nerede olduğumun o denli bilincinde olmasam, kendimi Taksim Meydanı’nda bir kahvede hayal edebilirdim. Ama aniden kapı açılıyor ve bir gardiyan bize 5 dakikamız kaldığını söylüyor.

“Herkese beni merak etmemelerini söyle,” diyor İdil kalkmaya hazırlanırken. “İnsan hakları konusunda çalışmayı seçmemin bedelini ödemeye hazırım ve bundan korkmuyorum. Siyasi vakalarda kimse 4 aydan önce serbest bırakılmadı ve burada bir yıl kalmaya zihinsel olarak hazırım. Cezaevinde geçirdiğim süre değerlerimi savunmak konusunda beni eskisinden daha da kararlı kıldı. Değerlerimden ödün vermeyeceğim.”

Cezaevinden dışarı götürülürken, İdil’in kendisine yapılan bu isyan ettirici adaletsizliği nasıl da inancını pekiştirmek ve kararlılığını güçlendirmek için kullandığını düşünüyorum. Bugüne kadar sahip olduğu bu olağanüstü gücü neden fark etmediğime şaşıyorum. Onunla birlikte geçirdiğim süre, cesaretin bulaşıcı doğasını da hatırlatıyor. Sahip olduğu gücün sadece onun değil, Türkiye’de haksız yere özgürlüklerinden mahrum bırakılan herkesin serbest kalması adına mücadele etmek için kararlılığımı nasıl yenilediğini...

Silivri cezaevinin heybetli kapısından bir kez daha geçerken, rüzgar doğru yönden estiğinde Marmara Denizi’nin kokusunu alabildiğinizi, hatta denizin tuzunu dudaklarınızda hissedebildiğinizi fark ediyorum. Ve damağımda özgürlük tadı bırakıyor…