70 Yıllık Yurtsuzluk: Lübnan’daki, Burj El Barajneh ve Cel El Bahr Kamplarından Tanıklıklar

1948’deki Arap-İsrail savaşı sırasında yüz binlerce Filistinli, bugün İsrail olarak bilinen yurtlarından çıkmaya zorlandı veya zorla çıkarıldı. Filistinlilerin büyük bir kısmı komşu ülke Lübnan’a sığındı. Aradan 70 yıl geçtikten sonra, Filistinli mülteciler ve onların da mülteci olarak kabul edilen torunları halen Lübnan’ın beş vilayetindeki resmi ve gayri resmi mülteci kamplarında yaşıyor. 

2017’de yapılan genel nüfus sayımına göre, Lübnan’da 174.422 Filistinli mülteci yaşıyor ve mültecilerin 12’si resmi, 156’sı gayri resmi olan mülteci kamplarında hayatını sürdürüyor. Bundan çok daha yüksek sayıda (450.000 civarında) Filistinli mülteci ise Birleşmiş Milletler Yakındoğu’daki Filistinli Mülteciler İçin Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) Lübnan şubesine kayıtlı. Resmi kamplardan sorumlu olan UNRWA, kayıtlı mültecilerin çoğunun Lübnan dışında yaşadığını kabul ediyor.

Resmi kamplara ayrılan arazinin büyüklüğü yıllar içerisinde pek de değişmedi. Bu nedenle Filistinli mülteciler kamplardaki binaları dikey yönde büyütmek zorunda kaldı. Bu durum insanların güvenli olmayan yapılarda yaşamlarını sürdürmesine yol açıyor. Kamplar aşırı kalabalık. Kanalizasyon ve elektrik gibi altyapı unsurları ve hizmetler, Suriye’deki Filistinli mültecilerin savaştan kaçarak Lübnan’da Filistinlilerin yaşadığı kamplara sığınmasıyla birlikte daha da kötüye gitti. Aralık 2016 itibariyle Lübnan’da, Suriye’den gelen, UNRWA’ya kayıtlı 32.000 Filistinli mülteci bulunuyordu. Bu kişilerin neredeyse yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında, yüzde 95’i ise açlık sınırında yaşıyor.

Lübnan yetkilileri, Filistinli mültecilerin tıbbi tedavi ve eğitim gibi kamu hizmetlerine erişiminin yanı sıra Lübnan’daki emek piyasasına erişimini de sert bir biçimde sınırlandırıyor. Bu nedenle Filistinli mültecilerin işsizlik oranı yüksek, ücretleri düşük ve çalışma koşulları son derece kötü. Lübnan’da art arda gelen hükümetler buna benzer sınırlandırmaları kaldırmanın, Filistinli mültecilerin Lübnan toplumu içinde asimile olmasına yol açabileceğini ve bu durumda geri dönüş haklarının engellenebileceğini iddia ettiler.

2005’e kadar Lübnan’daki kayıtlı iş piyasasında çalışmaları ciddi biçimde engellenen Filistinli mülteciler, kayıt dışı olarak ve genellikle düşük ücretlerle çalışmaya zorlanıyordu.

Haziran 2005’te Çalışma Bakanı, Lübnan topraklarında doğan ve İçişleri Bakanlığı ile UNRWA’ya resmen kayıtlı olan Filistinlilerin çalışma izni almalarını mümkün kılan bir memorandum çıkarttı. Bu gelişme, Lübnanlı sivil toplum örgütü Najdeh ile diğer sivil toplum örgütlerinden ve Filistinli mültecilerin taban örgütlerinden oluşan 45 kurumun Filistinli mültecilere yönelik ayrımcı uygulamaların kaldırılması amacıyla yürüttüğü “çalışma hakkı” kampanyası sonucunda yaşandı. Böylece, çalışma izni almanın maliyeti ve ilgili bürokratik prosedürlerin zorluğu halen engel teşkil etse de Filistinli mültecilerin daha önce çalışmalarının yasak olduğu 70 iş koluna erişimi sağlandı. Fakat bu uygulamanın sürmesi her yeni çalışma bakanının takdirine bağlı.

Ağustos 2010’da Lübnan meclisi, Filistinli mültecilerin çalışma izni başvurularında harç ödemekten muaf olmaları da dahil olmak üzere çalışmaya erişimlerini kolaylaştırmak için çalışma ve sosyal güvenlik yasalarında yeniden değişiklik yaptı.

Ancak Filistinli mültecilerin kamu sektörü, sağlık hizmetleri, mühendislik, hukuk, ulaşım ve balıkçılık gibi 30’dan fazla iş kolunda çalışmaları halen yasak. Bu işlere erişim sendikalar tarafından kontrol ediliyor. Bazı sendikalar, sendika üyeliğini ve üyelikle ilişkili olarak mesleğin yapılabilmesini Lübnan vatandaşlarıyla sınırlandırıyor. Doktorlar, eczacılar ve mühendisler de dahil olmak üzere diğer kişiler ise eşit muamele şartına tabi tutuluyor. Yani Lübnan’da yaşayan yabancı uyruklu kişilerin bu işlere erişimine, ancak Lübnan vatandaşlarının ilgili ülkelerde o işi yapma hakkı olduğu takdirde izin veriliyor. Filistin Devleti’nin mevcut durumdaki uluslararası statüsü göz önünde bulundurulduğunda, Filistinliler açısından bu şartı karşılamanın imkânsız olduğu ortada.    

Filistinli mülteciler, çalışma hakkına sahip oldukları işlerde bile, Lübnanlı çalışanlarla kıyaslandığında ayrımcılığa uğramaktadır. Lübnan’da herkes maaşının %23,5’ini Ulusal Sosyal Güvenlik Fonu’na ödemek zorundayken, Filistinli mülteciler bu fondan yalnızca emeklilik tazminatı alırken faydalanabilmekte, aldıkları miktar ise yaptıkları ödemelerin %8,5’ine tekabül etmektedir. Lübnanlı işçilerin aksine, Filistinli mülteciler yaptıkları ödemeler karşılığında sağlık sigortasından faydalanamıyor. Özel sağlık sigortası yaptırmanın maliyetini ise ya Filistinli mültecinin ya da işvereninin karşılaması gerekiyor, bu nedenle de işverenler Filistinli mültecileri işe almaktan kaçınabiliyor. Birçok Filistinli mülteci halen kayıt dışı sektörde çalışmakta, genellikle de yasal güvenceleri olmaksızın düşük ücretlerle zor koşullarda çalışmaya mahkûm edilmektedir.

Uluslararası Af Örgütü Lübnan’a Filistinli mültecilerin mülteci statüsünü tanıma ve çalışma, sağlık, eğitim ve barınma haklarını güvence altına alma çağrısında bulunuyor. İsrail’in Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkını güvence altına alan 194 Sayılı BM Genel Kurulu Kararına uymayı reddetmesi nedeniyle, mevcut durumda Lübnan’da ikamet edenler de dahil olmak üzere Filistinli mülteciler, İsrail’e veya İşgal Altındaki Filistin Topraklarına geri dönememektedir.

BURJ EL BARAJNEH KAMPI

Burj El Barajneh kampı 1948 yılında Beyrut'un güney banliyölerinde, Filistin'in kuzeyindeki Celile'den kaçan mültecileri barındırmak için Kızılhaç Örgütleri Birliği tarafından kuruldu. UNRWA’ya göre, Beyrut’taki en çok nüfusa sahip olan Burj El Barajneh, olması gerekenden çok daha kalabalık ve yetersiz temel altyapı sorunlarından da muzdarip. Lübnan yetkilileri tarafından yıllardır uygulanan kısıtlamalar nedeniyle birçok kamp sakini neredeyse hiç özel alana sahip olmayan derme çatma veya yıkık dökük yapılarda yaşıyor. Burj Al-Barajneh’deki mülteciler, Lübnan iç savaşı sırasında da çok sıkıntı çekti. Kamp, 1980'lerin ortalarında, hedef gözetmeyen bombardımanlar sonucu neredeyse tamamen tahrip olmuş, bu da kampın nüfusunun yaklaşık dörtte birinin yerinden edilmesine neden olmuştu.

1985'ten beri kampta aktif olan sivil toplum kuruluşu Beit Atfal Assumoud'a göre, yaklaşık 1 kilometrekare genişliğindeki kampta Lübnan'dan yaklaşık 28.000 Filistinli mülteci, Suriye'den yaklaşık 4.000 Filistinli mülteci ve diğer milletlerden yaklaşık 8000 kişi olmak üzere 40.000 civarında kişi yaşıyor. Kamptaki erkeklerin birçoğu inşaatta gündelikle çalışıyor. Kadınlarsa çoğunlukla dikiş fabrikalarında veya ev işçisi olarak çalışıyor.

CEL EL BAHR KAMPI

Cel El Bahr, Lübnan'ın güneyindeki Sur şehrinin kuzeyinde deniz kıyısında yer alan gayri resmi bir kamptır.Resmi olmayan statüsünden dolayı, Cel El Bahr nüfusu hakkında kesin bir veri bulunmamaktadır. Bununla birlikte, kamp sakinlerine göre yaklaşık 2.500 kişi çoğunlukla çinko levhalardan yapılmış 240 tane derme çatma yapıda yaşıyor. Kamp UNRWA tarafından yönetilmiyor ve bu nedenle orada sağlık veya eğitim hizmeti vermiyor. Bu nedenle Cel El Bahr'da yaşayan mülteciler, bu temel hizmetlere erişmek için yakınlarındaki UNRWA tarafından yönetilen El Buss mülteci kampına gitmek zorundalar. Cel  El Bahr'ın konumu da sakinlerine güvenlik tehlikesi yaratıyor. Kış aylarında deniz sıkça kamptaki evleri su altında bırakıyor. Hız yapan araçlar nedeniyle de kampın diğer tarafındaki otoyol, El Buss’taki UNRWA okullarına otobüsle gitmenin maliyetini karşılayamayan çocuklar gibi başka yerlere gitmesi gereken mülteciler için günlük risk oluşturuyor.

2010 yılında, Beyrut Amerikan Üniversitesi tarafından UNRWA işbirliğiyle yapılan bir sosyo-ekonomik araştırma, en yoksul Filistinli mültecilerin Lübnan'daki Cel El Bahr ve Qasmiyyeh kamplarında yoğunlaştıklarını gösterdi. Cel El Bahr sakinlerinin çoğunluğu balıkçılık endüstrisinde çalışırken, diğerleri tarım ve inşaat işlerinde gündelikle çalışıyorlar. Düzgün balıkçı tekneleri satın alamayan Cel El Bahr'daki Filistinli mülteciler, balık tutmak için araba lastiklerinden derme çatma sallar kullanmak zorunda kalıyor. Uluslararası Af Örgütü’ne iletilen Cel El Bahr kampı sakinlerinin en önemli iki ihtiyacı denizden korunabilmeleri için evlerinin temellerini kuvvetlendirilmesi ve çocuklarının okula güven içinde ulaşmasının sağlanması.

Suzan

Elinde diplomasıyla gözyaşlarını zor tutan 25 yaşındaki Suzan Hasan Gazali, kepi ve cüppesiyle aynanın karşısında duruyor, fakat hep hayalini kurduğu geleceğin onu beklemediğini üzüntüyle görüyordu.

Suzan birkaç yıl önce annesiyle gelecek planlarını konuşurken mimar olmak istediğini söylemişti. Annesinin yüzünde beliren ifade ise Suzan’ın beklediği gibi değildi. Annesi, Lübnan hukukunun ve sendika yasasının Lübnan’daki Filistinli mültecilerin belirli işleri yapmasına izin vermediğini, bu nedenle kızının hayalini gerçekleştiremeyebileceğini biliyordu. Suzan sonuçta mimarlık bölümüne en yakın bölüm olduğunu düşünerek ekonomi okudu.

Uluslararası Af Örgütü’ne, “Hiç değilse bu bölümde de matematikle meşgul olabileceğimi düşündüm”diyen Suzan, üniversite yılları boyunca mimarlık bölümüne geçme isteğini bastırmak zorunda kalmış. Uykusuz kaldığı geceler boyunca ağlamış ama bu adaletsiz gerçeği kabullenmek dışında bir seçeneği de yokmuş. Suzan şu an yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “En kötüsü de Filistinli olduğum için halen iş bulamıyorum. İş görüşmelerinde hep ulusal aidiyetimi soruyorlar. İşverene Filistinli olduğumu söyler söylemez ‘sizi sonra ararız’ diyorlar, sonra kimse aramıyor.”

Suzan yine de hayallerinden vazgeçmediğini şu sözlerle ifade ediyor:“Anneme ekonomi okuyacağımı söyledim, ama mezun olup iş bulduğumda mimarlık okumak için para biriktirmeyi planlıyordum. Başka bir ülkede mimarlık yapabilirim. İnsanlar ailemi bırakıp başka bir ülkede yaşamak istediğim için katı yürekli olduğumu düşünüyor. Ama onlar bilmese de mimar olduğumda yapmak istediğim ilk şey, annemin hayallerindeki evi inşa etmek.”

Lübnan’daki Burj El-Barajneh kampında dünyaya gelen Suzan’ın ailesi aslen şu an İsrail toprağı olarak kabul edilen Hayfa şehrinden. İsrail’in kurulmasıyla sonuçlanan 1948 savaşı sonrasında Hayfa’nın Filistinli nüfusu 70.000’den 3.500’e geriledi. Savaş sonrasında Filistinliler topraklarından ayrılmaya zorlandı veya zorla çıkarıldı.

Muhammed

21 yaşındaki Muhammed Adnan Ali, çevresinde sık sık tekrarlanan şu cümleyle büyüdü: “Filistinliler hiçbir hakka sahip değildir.” Muhammed, Uluslararası Af Örgütü’ne, çalışma hakkı üzerindeki sınırlandırmaları bizzat deneyimlene kadar buna inanmadığını söyledi: “Çocukluğumdan beri insanların Filistinlilerin hiçbir hakkı yoktur dediğini duyuyorum. Ama ancak dişçilik yapamayacağımı anladığımda bunun doğru olduğunu gördüm.”

Muhammed’in anlattığına göre dişçilik yapmak isterse ya kampta bir klinik açacak ve resmi kayıt yaptırma ihtimali olmayan bu kliniği yasa dışı olarak işletecek ya da kariyerinde yükselme şansı olmaksızın Lübnanlı bir dişçinin yanında asistan olarak çalışacak. Muhammed, “Kampta kalmak istemiyorum. Gitmek istiyorum. Buradan nefret ediyorum, her yanımda yoksulluk var.Kendime buradaki sefaletten uzak, daha iyi bir hayat kurmak istiyorum” dedi.

Muhammed küçük yaştan itibaren üniversite öğrenimi için burs kazanmayı kafasına koymuş. Üniversitenin kamptan çıkmak ve istediği hayatı kurmak için bir yol olduğunu biliyormuş. Çok çalışmasının karşılığını almış ve Lübnan’daki en itibarlı üniversitelerden birinden burs kazanmış. Şu an kimya bölümünde okuyan ve aynı bölümde yüksek lisans yapmak isteyen Muhammed, şunları ifade etti:  

“Zaman zaman Lübnan’daki yasalar yüzünden dişçilikten nefret ettim, bu hayale hiçbir zaman ulaşamayacağımı biliyordum. Türkiye’ye gitmek ve kimya bölümünde yüksek lisans yapmak istiyorum. Yine de yapmak istediğim tek şey dişçilik, yaşamak istediğim tek ülke ise Lübnan. Aydınlık bir geleceğin beni beklediğini biliyorum. Mevcut engellerin yolumu kesmesine izin vermeyeceğim.”

“Yasaların gereğini bildiğim için makine mühendisi olma hayalimden vazgeçmiştim. Zaten yıllardır yerel bir eczanede çalışıyorum ve aileme destek olmam gerekiyor, bu yüzden aynı yolda ilerlemeye karar verdim.”

Hamit

Lübnan’daki İş Kanunu’nun Filistinlilerin çalışmasını yasakladığı işlerden biri eczacılıktır.

Eczanenin sahibi olan ve Hamit’e yol göstericilik yapan Hasan, Hamit’in çok zeki ve esprili olduğunu, hızlı öğrenme becerisine sahip olduğunu ve müşterilerin onu sevdiğini söyledi. Hamit ise şunları anlattı: “İşimi çok seviyorum. Hasan bana bir kariyer fırsatı sundu ve güvendi. Onun güvenine layık olmak için şu an eczacılık bölümünde okuyorum. Ama hiçbir zaman tek başıma eczacılık yapamayacak veya kendi eczanemi açamayacağım. Hep bir eczacının asistanı olacağım.”

Sara

14 yaşındaki Sara Ekrem Ebu Şakir doktor olmak istiyor ama tüm Filistinliler gibi onun da insan hayatını kurtarabileceği bir işte çalışmasına imkân yok. Sara, Uluslararası Af Örgütü’ne şunları anlattı:“Annem Filistinli olduğum için doktorluk yapamayacağımı söyledi. Ama Lübnan yasalarına rağmen tıp okumak istiyorum. Hem Filistin’deki hem de Lübnan’daki Filistinlilerin durumuna çok üzülüyorum. Filistin’de her gün öldürülüyorlar ve tıbbi desteğe ihtiyaç duyuyorlar.Ayrıca Lübnan’da sağlık hizmetlerine yeterli erişimleri yok, sosyal güvenceleri de olmadığı için hastanede tedavi olmanın yüksek maliyetini karşılayamıyorlar.”  

Sara, altı kişilik bir evde yaşıyor ve babasının kronik hastalığı var:“Burada doktorluk yapamasam da Filistin’e gidebilir ve oradaki insanlara, özellikle de dezavantajlı çocuklara yardım edebilirim. İnsan hayatı kurtarmak, Rezzan El Neccar gibi olmak istiyorum.”

Gazze’de sağlık görevlisi olan 21 yaşındaki Rezzan El Neccar, 1 Haziran 2018’de yaralı protestoculara yardım etmeye çalışırken İsrail güçleri tarafından öldürüldü. Rezzan Sara’nın gözünde direnişin sembolü ve bir ilham kaynağı. Sara onun gibi olmak, hiç kimse insanların çağrılarına kulak asmazken o ihtiyacı olan insanları dinlemek ve destek olmak istiyor.

Hana

34 yaşındaki Hana Nezih Fattum öğretmenlik bölümünde okuyamadı ama buna rağmen özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklara öğretmenlik yapıyor ve insani yardım örgütlerinde çalışıyor. Hana bu örgütlerde zihinsel ve bedensel engelli çocuklar için düzenlenen dinlenme faaliyetlerini koordine ediyor.

Hana küçük yaştan itibaren Arapça öğretmeni olmak istemiş, ancak ailesi okul masraflarını karşılayamamış. Bunun yanı sıra, öğretmen olarak iş bulsa bile Filistinli olduğu için daha az ücret kazanacağını ve ek yardımlardan daha az faydalanacağını da biliyormuş. Bu nedenle öğretmenlik mesleğinde kariyer yapmaktan vazgeçmiş. Onun yerine, çocukların korunması, oyun hakkı ve eğitimler ile ilgili çeşitli çalıştaylara ve eğitimlere katılmış ve tüm bunlar Hana’nın şu an sürdürdüğü işe zemin oluşturmuş.

Hana kendi çocuklarının, 14 yaşındaki Halil ile 7 yaşındaki Bassel’in de benzer ikilemlerle karşı karşıya olduğunu düşünüyor. Halil avukat, Bassel ise mimar olmak istiyor. Lübnan’daki ayrımcı İş Kanunu’na rağmen hayallerinin peşinden gitmeye kararlılar. Hana, Uluslararası Af Örgütü’ne şunları ifade etti:

“İki oğlum da çalışmalarının yasak olduğu işleri yapmak istiyor. Sonuçta ben de onları heyecanlandıran bölümlerde okumalarını istiyorum. Fakat yine de bir insanın hem bu kadar çok çalışıp hem de kendi mesleğini yapamamasını anlayamıyorum. Ben Arapça öğretmeni olmak istiyordum ama ailem okul masraflarımı karşılayamadığı için üniversiteye gitmedim. Aynı şeyi çocuklarımın yaşamasını istemiyorum. Onların iyi bir eğitim alması için elimden geleni yapıyorum. Sevdikleri işi yapmalarını istiyorum. Belki böylece bu ülkeden gidebilir ve daha iyi bir hayat sürebilirler.”

Nihal

27 yaşındaki Nihal kampın içinde yürürken harap olmuş beton binaları, sarkan kabloları ve yoksulluğu görmüyor. O kendisini her gün kampı iyileştirmek için çaba göstermeye teşvik edecek kadar zengin bir topluluğu ve fırsatları görüyor. Yalnızca kadınların olduğu bir evde yaşayan Nihal beş kız kardeşin üçüncüsü. Kardeşlerin hepsi kampta doğmuş ve babaları onlar daha çocukken öldüğü için, uluslararası bir sivil toplum örgütünde veri girişi sorumlusu olarak çalışan anneleri Siham tarafından büyütülmüş. Aile yıllar boyunca geçim sıkıntısı yaşamış ama birbirlerine destek olmaları sayesinde her biri yüksek öğrenim görmüş. Siham, Uluslararası Af Örgütü’ne, “Tüm çocuklarımın öğrenim görmesini sağlamak istiyordum. Filistinli olarak hayatta yalnızca birbirlerine ve aldıkları eğitime güvenebilirler”dedi.

Nihal hep mimar olmak ve bunun için üniversiteye gitmek istemiş, ancak annesinin okul masraflarını karşılayacak durumu yokmuş. Yine de Nihal ve annesi vazgeçmemişler. Nihal, Lübnan Amerikan Üniversitesi’nin giriş sınavları için azar azar para biriktirmiş ve bu üniversiteden burs kazanmış. Siham her yarı yıl başında okul harçlarına katkıda bulunacak ek fonlar için sivil toplum örgütlerine başvuruda bulunmuş ve gecelerce bu başvuruları hazırlamış. Nihal o dönem yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Her yarı yıl başka dertti. Burs almak için çok çalışmam gerekiyordu, diğer yandan da annem sivil toplum örgütlerine başvuruyordu. Böylece 100 Dolar oradan 100 Dolar buradan geliyordu ama okul harcının tamamını karşılamıyordu. Annem geri kalan kısmı ödemek için çok çalışıyordu.”

Nihal, üniversite yıllarında dünyaya başka bir gözle bakmaya başlamış. Kamptaki beton binaların ötesini görmeyi öğrenmiş. “Mimarlık benim umduğum gibi değildi ve bunu anladığıma çok memnunum. Yaşadığım kamptaki güzelliği, fakat aynı zamanda da yetersizlikleri görmemi sağladı” diyor.

Nihal şu anda bilinen bir mimarlık şirketinde çalışıyor. Her ay Ulusal Sosyal Güvenlik Fonu’na ödeme yapmak zorunda olmasına karşın, Filistinli olduğu için, Lübnanlı işçilerin aksine sağlık sigortası gibi sosyal güvenlik yardımlarının tümünden faydalanamıyor ve yalnızca emeklilik tazminatını biriktirebiliyor. Kazandığı maaşı ile kız kardeşinin üniversite öğrenimini karşılıyor, annesine destek oluyor, arabasının kredisi ile öğrenim kredilerini ödüyor. Nihal tüm bunların altından kalkmak için mücadele ediyor, ancak hayat gailesi yaşadığı kampı daha iyi bir yer haline getirme arzusunu da yok etmemiş. Halen İsveç’te bir profesör ile birlikte, kamptaki potansiyeli ortaya çıkaracağına ve insanların hayatını iyileştireceğine inandığı bir toplumsal kalkınma projesi üzerine çalışıyor.

Aya

22 yaşındaki Aya Ahmed El-Dervişkarşılaştığı engellere rağmenmotivasyonunu kaybetmemiş. Aya, Uluslararası Af Örgütü’ne, başından geçen bir olay sonucunda hemşire olmaya karar verdiğini şu sözlerle anlattı: “Birkaç yıl önce komşum kalp krizi geçiriyordu. Ambulansı aradım, bu sırada insanlar ona kalp masajı yapmak istiyorlardı ama nasıl yapacaklarını bilmiyorlardı. Tam bir kargaşa yaşandı. Komşum öldü, ambulans ise gelmedi. O olaydan sonra tek düşündüğüm, hemşire olsaydım komşuma yardım edebileceğim, hatta buradaki herkese yardım edebileceğimdi.”

Aya üniversitede hemşirelik bölümüne girmeyi başarmış. Fakat iş okulu bitirmek için zorunlu olan hastanede uygulama eğitimi almaya gelince bırakmak zorunda kalmış, çünkü ailesi gerekli ek masrafları ödeyememiş. Bu nedenle muhasebe ve işletmecilik bölümünde okumuş, ancak bu alanlarda iş bulamamış. Lübnan İş Kanunu Filistinli mültecilerin bankalar gibi kuruluşlarda profesyonel olarak çalışmasını yasaklıyor ve yalnızca veznedar, karşılama görevlisi veya sekreter olarak çalışmalarına izin veriyor. Şu an İngilizce bölümünde okuyan Aya, Cel El-Bahr kampının öğrenme merkezinde gönüllü öğretmenlik yapıyor.

Aya hemşire olma hayalinden vazgeçmediğini ve gelecekte eğitimine kaldığı yerden devam edebilmek için para biriktirmeyi düşündüğünü söyledi:

“Hemşirelik bölümüne kaldığım yerden devam etmek istiyorum ama sonra, daha ileri bir tarihte, kalp doktoru olmak, ülkemdeki insanlara yardım etmek istiyorum. Ahed Tamimi ve Rezzan El Neccar gibi insanları görünce Filistin’e geri dönüp toprağımızı ve halkımızı savunmak istiyorum.”

Aya’nın annesi ise şunları anlattı: “Biz gençken babamın hepimizin okul harçlarını ödeyebilecek durumu yoktu, bu yüzden erkek kardeşimi seçti ve ona öncelik verdi. Ben yalnızca liseyi bitirebildimama kızlarımın yüksek öğrenim görmesini sağlamak istiyorum. Lübnan İş Kanunu maalesef Filistinlileri kısıtlıyor ve yurt dışına gitmeye zorluyor ama ben çocuklarımın gitmesini istemiyorum. Aya’nın çektiği zorlukları görüp üzülüyorum, fakat onun becerilerine güvenim tam, başaracağından eminim.”

Aya’nın ailesi aslen artık İsrail toprağı olarak kabul edilen Akka şehrinin kuzeydoğusundaki Tarşişa kasabasından geliyor.

Filistinli aktivist Ahed Tamimi Aralık 2019’da 16 yaşındayken İsrail güçleri tarafından gözaltına alınmış, evinin bahçesine giren ağır silahlı ve koruyucu donanıma sahip iki İsrail askerine tokat ve tekme atarak askerleri ittiği gerekçesiyle sekiz ay hapis cezasına mahkum edilmişti.  Gazze’de sağlık görevlisi olan 21 yaşındaki Rezzan El Neccar, 1 Haziran 2018’de yaralı protestoculara yardım etmeye çalışırken İsrail güçleri tarafından öldürülmüştü. Aya için Ahed ve Rezzan direnişin sembolü ve ilham kaynağı.

Aya’nın 53 yaşındaki annesi Fethiye de 1982’de Lübnan’ın güneyini işgal eden İsrail’e karşı direnişin bir parçasıydı. Şimdi ise farklı bir mücadele veriyor.

Hüseyin

Hüseyin Salih Merei 23 yaşında. Ailesi, artık İsrail toprağı olarak kabul edilen Akka şehrinden geliyor. Hüseyin Uluslararası Af Örgütü’ne şunları söyledi:

“Ben yaratıcı biriyim. Hayalim sanat okumaktı ama ailem bunu desteklemedi. Mühendis olmamı istediler. Ne yapmak istediğim konusunda kararsızım, birçok engel var. Bankada çalışmam yasak, kamu sektöründe bir işte çalışmam yasak... Emin olduğum bir şey varsa o da Lübnan’dan gitmek istediğim.”

Nesrin

Matematik sevgisi El-Hasan ailesinin en önemli özelliklerinden biri olmalı. Nesrin Lemal El-Hasan ile kız kardeşi küçük yaşlardan itibaren her gün matematik ödevlerini yapmak için okuldan eve koşuyor, bir sonraki derse hazırlanıyorlarmış. Büyüdükleri zaman da her iki kız kardeş muhasebe okumuş. Nesrin Uluslararası Af Örgütü’ne şunları söylüyor:

“Küçüklüğümden beri sayıları seviyordum ve muhasebe okumak istiyordum. Böylelikle bankada çalışabileceğimi düşünmüştüm, ama yasalar yalnızca veznedar olmama izin veriyor. Ben bundan daha iyi bir şey yapmak istiyorum. Ayrıca, yüksek lisans yapmak için para biriktirmek de istiyorum. Bu yüzden geleceğim beklemedeymiş gibi hissediyorum.”

22 yaşını henüz dolduran Nesrin birçok pozisyona başvurmuş ancak staj için bile hiçbir yerden geri dönüş yapılmamış. Yerel süpermarkette bir işle kariyerine başlayıp oradan daha iyi işlere geçmeyi tasarlamış. Ancak o durumda bile süpermarketin sahibi “Git buradan, Filistinlileri işe almıyoruz”diyerek onu reddetmiş.

Nesrin’in 51 yaşındaki annesi Samira, tüm bunların yarattığı öfke ve yılgınlığı şu sözlerle ifade ediyor:

“Biz burada doğup büyüdük. Lübnan hükümeti çalışmamıza izin vermeli ve bizim için iş imkanları yaratmalı.İş kanununa rağmen çocuklarımızı ne istiyorlarsa onu okumaları yönünde teşvik ediyoruz. Ama öğrenim hayatlarında ilerleyip tam anlamıyla yeterlilik kazanmalarına rağmen işlerini yapmalarına veya yüksek lisansa devam etmelerine engel olunduğunu görmek çok üzücü.”

Basant ve Şiraz

10 yaşındaki Basant Sarsara ile 9 yaşındaki kız kardeşi Şiraz, Suriye’deki Yarmuk kampından kaçarak büyükanneleriyle birlikte Lübnan’a gelen Filistinli mülteciler. Yarmuk, Şam’ın güneyinde çok sayıda kişinin yaşadığı bir yerleşim alanıdır. Suriye’deki silahlı çatışmalar başlamadan önce Yarmuk’ta, İsrail’in kurulmasıyla sonuçlanan 1948 savaşı sırasında veya İsrail’in Batı Şeria ile Gazze Şeridi’ni işgal ettiği 1967 savaşı sırasında Filistin’deki topraklarından çıkmaya zorlanan veya zorla çıkartılan 180.000 civarında Filistinli mülteci yaşıyordu.

Hem Basant hem de Şiraz büyüdüğünde Arapça öğretmeni olmak istiyor.

Lübnan’daki Filistinli mültecilere yönelik ayrımcı uygulamalar 

2017’de yapılan genel nüfus sayımına göre, Lübnan’da 174.422 Filistinli mülteci yaşıyor ve mültecilerin 12’si resmi, 156’sı gayri resmi olan mülteci kamplarında hayatını sürdürüyor. Bundan çok daha yüksek sayıda (450.000 civarında) Filistinli mülteci ise Birleşmiş Milletler Yakındoğu’daki Filistinli Mülteciler İçin Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) Lübnan şubesine kayıtlı. Resmi kamplardan sorumlu olan UNRWA, kayıtlı mültecilerin çoğunun Lübnan dışında yaşadığını kabul ediyor.

Lübnan yetkilileri, Filistinli mültecilerin tıbbi tedavi ve eğitim gibi kamu hizmetlerine erişiminin yanı sıra Lübnan’daki emek piyasasına erişimini de sert bir biçimde sınırlandırıyor. Bu nedenle Filistinli mültecilerin işsizlik oranı yüksek, ücretleri düşük ve çalışma koşulları son derece kötü. Lübnan’da art arda gelen hükümetler buna benzer sınırlandırmaları kaldırmanın, Filistinli mültecilerin Lübnan toplumu içinde asimile olmasına yol açabileceğini ve bu durumda geri dönüş haklarının engellenebileceğini iddia ettiler.

2005’e kadar Lübnan’daki kayıtlı iş piyasasında çalışmaları somut bir biçimde engellenen Filistinli mülteciler, kayıt dışı olarak ve genellikle düşük ücretlerle çalışmaya zorlanıyordu.

Haziran 2005’te Çalışma Bakanı, Lübnan topraklarında doğan ve İçişleri Bakanlığı ile UNRWA’ya resmen kayıtlı olan Filistinlilerin çalışma izni almalarını mümkün kılan bir memorandum çıkarttı. Bu gelişme, Lübnanlı sivil toplum örgütü Najdeh ile diğer sivil toplum örgütlerinden ve Filistinli mültecilerin taban örgütlerinden oluşan 45 kurumun Filistinli mültecilere yönelik ayrımcı uygulamaların kaldırılması amacıyla yürüttüğü “çalışma hakkı” kampanyası sonucunda yaşandı. Böylece, çalışma izni almanın maliyeti ve ilgili bürokratik prosedürlerin zorluğu halen engel teşkil etse de Filistinli mültecilerin daha önce çalışmalarının yasak olduğu 70 iş koluna erişimi sağlandı. Bu uygulamanın sürmesi, her yeni Çalışma Bakanı’nın takdirine bağlı.

Ağustos 2010’da Lübnan meclisi, Filistinli mültecilerin çalışma izni başvurularında harç ödemekten muaf olmaları da dahil olmak üzere çalışmaya erişimlerini kolaylaştırmak için çalışma ve sosyal güvenlik yasalarında yeniden değişiklik yaptı.

Ancak Filistinli mültecilerin kamu sektörü, sağlık hizmetleri, mühendislik, hukuk, ulaşım ve balıkçılık gibi 30’dan fazla iş kolunda çalışmaları halen yasak. Bu işlere erişim sendikalar tarafından kontrol ediliyor. Bazı sendikalar, sendika üyeliğini ve üyelikle ilişkili olarak mesleğin yapılabilmesini Lübnan vatandaşlarıyla sınırlandırıyor. Doktorlar, eczacılar ve mühendisler de dahil olmak üzere diğer kişiler ise mütekabiliyet şartına tabi tutuluyor. Yani Lübnan’da yaşayan yabancı uyruklu kişilerin bu işlere erişimine, ancak Lübnan vatandaşlarının ilgili ülkelerde o işi yapma hakkı olduğu takdirde izin veriliyor. Filistin Devleti’nin mevcut durumdaki uluslararası statüsü göz önünde bulundurulduğunda, Filistinliler açısından bu şartı karşılamanın imkansız olduğu ortada.    

Filistinli mülteciler, çalışma hakkına sahip oldukları işlerde bile, Lübnanlı çalışanlarla kıyaslandığında ayrımcılığa uğramaktadır. Lübnan’da herkes maaşının yüzde 23.5’ini Ulusal Sosyal Güvenlik Fonu’na ödemek zorundayken, Filistinli mülteciler bu fondan yalnızca emeklilik tazminatı alırken faydalanabilmekte, aldıkları miktar ise yaptıkları ödemelerin yüzde 8.5’ine tekabül etmektedir. Lübnanlı işçilerin aksine, Filistinli mülteciler yaptıkları ödemeler karşılığında sağlık sigortasından faydalanamıyor. Özel sağlık sigortası yaptırmanın maliyetini ise ya Filistinli mültecinin ya da işvereninin karşılaması gerekiyor, bu nedenle de işverenler Filistinli mültecileri işe almaktan kaçınabiliyor. Birçok Filistinli mülteci halen kayıt dışı sektörde çalışmakta, genellikle de yasal güvenceleri olmaksızın düşük ücretlerle zor koşullarda çalışmaya mahkum edilmektedir.