3. Duruşma

Davanın 3 Mayıs 2019 günü görülen duruşmasını sivil toplum ve demokratik kitle örgütü temsilcisi, AB delegasyonu temsilcileri, milletvekilleri, yerel, ulusal ve yabancı basın temsilcilerinden oluşan kalabalık bir kitle izledi.

Yargılanan TTB Merkez konseyi temsilcileri Ankara, İzmir, Diyarbakır, Van, Antalya Baro Başkanları’nın yanısıra, sayısı 20’yi geçen bir avukat grubu tarafından temsil edildi.

Duruşmaya yargılananların son savunmaları sorularak başlandı. TTB Merkez Konseyi üyeleri mahkeme başkanının verdiği söz sırasıyla savunmalarını yaptılar. Yapılan savunmalarda:

  • TTB’nin söz konusu bildiri ile aldığı tutumun hekimlik değerlerine referansla alınması gereken evrensel bir tutum olduğu,
  • Savaşın insan yaşamına ve doğaya verdiği zarar karşısında insani ve zorunlu bir tutum olduğu ile TTB’nin kuruluş ilkeleri gereği ve bu ilkelerle uyumlu olduğu,
  • Bu ilkeleri yargılama konusu yapmanın insanlığa karşı bir tutum olduğu,
  • Bulunduğumuz coğrafyada adil ve barış içinde bir yaşam talebinin haklı ve meşru bir talep olduğu,
  • Hiçbir anlamda bir kazanç sağlamamasına rağmen savaşlardan vazgeçmeyen yönetimler ve yöneticiler sebebiyle TTB gibi sorumluluk sahibi kurumların savaşın zararlarını ve kötülüğünü hatırlama sorumluluğu olduğunu,
  • Diğer yandan TTB’nin ve yöneticilerinin Türkiye’yi yönetenlerden farklı düşünme özgürlükleri olduğunu, her türlü eleştirile düşüncenin açıklanabilmesinin mümkün olması gerektiği, düşünceyi suç olarak göstermenin kabul edilmeyeceğini,
  • Yaşamın, sağlık ve barış öncelikli olması gerekirken çıkarların önceliklendirildiği bir ortamda TTB’nin üzerine düşeni yaptığı,
  • Barış istemenin anayasal ve hak ve dahası görev olduğu, aksine savaş istemenin ise suç olduğu ve söz konusu açıklamanın yaşam hakkını savunmak dışında bir amacının olmadığı,
  • Savaşların sivillerin yaşamlarını tehdit ettiğini çünkü; bilimsel verilere göre savaşlarda 1 askere karşı en az 15 sivilin yaşamını kaybettiği, bebeklerin, çocukların ve kadınların en başta ve en çok zararı gördüğü, doğrudan öldürmelerin yanısıra gıda üretiminin ve dağıtım zincirinin bozulduğu, sağlık hizmetlerinin aksadığı, kentlerin su ve kanalizasyon altyapısının bozulduğu, tüm bu vb. sebeplerle normal koşullarda hastalanmayacak kişilerin hastalandığı, iyileşebilecek hastaların eksik kaynak, altyapı ve hizmetler sebebiyle yaşamlarını kaybettiği,
  • Tüm bu nedenlerle savaşa karşı olmanın aklın, mesleğin ve insan olmanın gereği olduğu, aksinin mesleki değerlerin inkarı olacağı, engellenebilir olan hastalanmalara ve ölümlere göz yummanın kabul edilemez olduğu,
  • Bu açıklamanın hekimlerin insanlığa karşı borcu olduğu ve TTB’nin tarihinin evrensel insan hakları değerlerinin savunulmasının tarihi olduğunu belirttiler.

 

TTB Merkez Konseyi üyelerinin ardından savunma avukatları söz aldılar ve son savunmalarını yaptılar. Avukatlar ise savunmalarında;

  • Mütalaanın yasalara aykırı düzenlendiğini, İçişleri Bakanlığı talimatıyla başlatılan bir soruşturmada polis fezlekesinin virgülüne bile dokunmadan iddianameye onun da savcılık mütalaasına dönüştüğünü, bu mütalaanın mahkeme kararına dönüşmemesi gerektiğini,
  • Savcılığın iddia ettiği suçlara ilişkin hiçbir kanıt ve gerekçe sunamadığı,
  • Savcının başta tarafsızlık olmak üzere hiçbir görevini hakkıyla yerine getirmediği için değiştirilmesi talebinin reddedilmesinin mahkemenin savcının tutumunu desteklediği sonucuna işaret ettiği ve bunun kaygı verici olduğu,
  • Savcının sadece şüphe ile yetindiği, ispat ve delillendirmeye gerek duymadan hüküm talep ettiği,
  • Mütalaanın hukuk mantığına da aykırı olduğu; söz konusu bildiri ile hiçbir ilgisi olmayan konu ve kişilere mütalaada yer verildiği, bağlamsız bir şekilde Kızılay bombalamasını yapan kişinin, Öcalanın ve Gülen’in fotoğraflarına yer verildiği,
  • Yasal bir parti olan HDP İl Başkanlığı’nın açıklamasına delil adı altında yer verildiği,
  • PKK-YPG ile bağlantılı olduğu söylenen ve Türkiye’den erişime yasak olan sitelerde bildiriye yer verilmesinin bağlamsızca kanıt olarak sunulduğu,
  • Yine Gezi olaylarından fotoğraflara bağlamsız bir şekilde yer verildiği,
  • TTB kütüphanesinden el konan ve başkaca yasal kurumlarca ya da yayınevlerince basılmış yayınlara ve bu yayınlardan yapılan bağlamsız alıntılara sanki TTB’nin görüşüymüş gibi yer verildiği,
  • OHAL’in kaldırılmasını talep eden açıklamalara delil olarak yer verildiği,
  • Delilerin güvenilir olmadığı, makul bir şüpheye dayanmadığı,
  • Yasal zorunluluk olmasına rağmen kuvvetli suç şüphesi ya da hukuki sebep olmadan müvekkillerin özel hayatının bir parçası olan bilgisayar, telefon vb. el konduğu ve bu el konanlardan bağlamsız delliler üretildiği, delil yasaklarının çiğnendiği,
  • Benzer açıklamalar için ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna dair mahkeme kararları olmasına rağmen bunlara yer verilmediği,
  • Barış talep eden bir açıklamanın kamu barışını bozmayı amaçladığı iddiasının akla aykırı olduğu belirtildi.

Avukatlar, soruşturmanın ve davanın konusu olan ve 4 paragraftan oluşan metinde hiçbir suç unsuru bulunamadığı için 2016 tarihli 1 Eylül barış günü bildirisinin ve müvekkillerin bildiri ile hiçbir alakası olmayan sosyal medya paylaşımı ve beğenilerini davaya konu etmenin soruşturmanın, iddianamenin ve dolayısıyla davanın temelsizliğini gizlemek amaçlı olduğu ve hukuk dışı olduğunu belirtilerek tüm bu sunulan gerekçelerle müvekkillerinin beraatını talep ettiler.

Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi kararında;  11 hekime “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçundan ikişer kez 10 ay hapis cezası verdi. Mahkeme ayrıca Hande Arpat’a sosyal medya paylaşımlarıyla “terör örgütü propagandası” yaptığı gerekçesiyle 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası verdi., Şeyhmus Gökalp ise “terör örgütü propagandası” suçundan beraat etti.

Kararların oybirliği ile alındığı belirtildi.